***Hoşgeldiniz!!! Trakyadaki en güncel ve en kaliteli haberler için; www.trakyahaberci.com...

6 Ocak 2010 Çarşamba

—TEMA Gönüllüsü Dedeoğlu, Türkiye’yi Nerede Görmek İstersiniz?

Haber: Metin KARAKUŞ
TEMA Vakfı Lüleburgaz İlçe Gönüllüsü Hakan Dedeoğlu, yaptığı yazılı açıklamasında, Türkiye’nin bundan sonraki dönemde gerek ekonomik, gerek politik, gerekse de sosyal yönden üretici mi yoksa tüketici mi olacağı konusunun hükümet kararları vasıtasıyla şekillendirilmekte olduğunu belirtti.
Dedeoğlu, açıklamasında bu sorunun bu dönemde sorulmasının elbette özel bir amacı oluğunu belirterek, şunları kaydetti;
“1980’lerden beri tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de değişen ekonomi politikaları, dünya toplumlarını “gelişmiş-gelişmekte olan-az gelişmiş” yaftaları çerçevesinde yönlendirmek isteyen aktörlerin ülkemizi hapsetmek istedikleri sınırları da belli eder cinstendir. Bu sınırlar; öncelikle ekonomi temelli olarak çizilmekle birlikte, politik ve sosyal sonuçları yönünden de oldukça ciddiyetle irdelenmelidir. Çünkü Türkiye’nin bundan sonraki dönemde gerek ekonomik, gerek politik, gerekse de sosyal yönden üretici mi yoksa tüketici mi olacağı hükümet kararları vasıtasıyla şekillendirilmektedir. Ulusal sınırların ötesine geçmek gayret ve ihtiyacı içindeki sermayenin isteği, bizim gibi toplumların tüketici konumunda kalması ve hatta üretici olanların da bir şekilde tüketici haline dönüştürülmesidir. Bu dönüşümü şekillendiren en etkin araçlar olmaları bakımından, özelleştirmelere dikkatle eğilmemek geri dönüşü olmayan ekonomik, politik ve sosyal sorunlara yol açacaktır. Çünkü özelleştirmeler devlet tarafından, halk için yapılıyorsa halkın menfaatlerinin göz önüne alınması dışında bir yöntem düşünülemez. Bugünlerde, özelleştirme faaliyetleri oldukça revaçta iki sektörün enerji ve gıda olması oldukça ilginçtir. Söz konusu iki sektörün de güvenlik öncelikli olarak ele alınması ve dolayısıyla devletin kontrolünde, kamu erişiminde kalması gereken sektörler olduğu gerçektir. ABD ya da AB’de de bu sektörler devlet kontrolünde, en azından gözetiminde, bulunmaktadır. Yani Batı’nın bize verdiği reçete ile kendi ülkesinde uyguladığı aynı değildir. Burada özelleştirmesi gündemde olan elektrikten ziyade gıda sektörünün önemli bir bileşeni olan şekerin özelleştirilmesine değinilecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yapılan kalkınma hamlesinin bir parçası olarak Uşak ve Alpullu’da kurulan şeker fabrikaları ile 1933 yılına kadar şeker ihtiyacı kısmen karşılanmıştır. Bu yıllarda gerek pancar tarımında gerek şeker fabrikası işletmeciliğinde kazanılan tecrübeler ışığında ülkenin artan nüfusunu beslemek gayesiyle yeni şeker fabrikaları kurulması gerekli görülmüştür. Bu fabrikalar pancar tarımının kurumsallaşması yoluyla hem bireyi hem de devleti ileriye taşıyan yaklaşımın tezahürleridir. Burada pancar bitkisi ekonomik, politik ve sosyal boyutları olan bir bakışla ele alınmalıdır. Pancar, çiftçiyi tarlaya ve köye bağlayan, ileri teknoloji gerektirmesi nedeniyle üreticilerimizin tarımsal bilgi ve kültür düzeylerini yükselten, ailenin tüm fertlerine çalışma imkânı ve istihdam sağlayan, nüfusun kırsal kesimde tutulmasına, iç göçün yavaşlatılmasına ve bölgesel kalkınmışlık farklarının azaltılmasına en büyük katkı sağlayan ürünlerin başında gelmektedir. Ekonomik açıdan Türkiye şeker sanayinin yıllar boyunca kontrollü bir teknik tarım sistemini uygulaması ve çiftçimizin bu sistemi benimsemesi sonucu bugün pancar verimi Avrupa düzeyine ulaşmıştır. Yurdumuzda hiçbir kültür bitkisinde bu kadar verim artışı sağlanamadığı bir gerçektir. 64 İlde yapılan pancar ekiminden geçimini sağlayan 500 bin pancar çiftçisi ile 30 bin şeker çalışanı ve şeker sektörünün katma değer sağladığı diğer sektörlerdeki istihdam da düşünüldüğünde, aileleriyle birlikte toplam 10 milyon insanımız sektördeki herhangi bir politika değişikliğinden doğrudan etkilenecektir. Yani özelleştirme sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik ve sosyal birtakım önemli gelişmeleri de tetikleyecektir. Konuya bütüncül bir şekilde yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü şeker pancarı işletmeciliği ile şeker üretimi birbiriyle yakından ilintilidir. Şeker fabrikalarının özelleştirilmelerine karlı olan işletmelerden başlanmasının Dünya Ticaret Örgütü üyeliği, Avrupa Birliği müzakere süreçleri, genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili düzenlemeler vb. ulusal ve uluslararası gelişmelere paralellik arz etmesi dikkatle değerlendirilmelidir. Bu noktada kafa karışıklığı yaratmamak gerekmektedir. Devlet, yurttaşların refah ve mutluluklarını temin etmek üzere oluşturulmuş kurumsal bir yapıdır. Hükümetler ise bu yapıyı yöneten birimler... Bu durumda hükümetlerin yurttaş aleyhine hareket etmesi düşünülemez. Şeker üretimi konusunda da yaklaşımın bu temele oturması gerekmektedir. Kırsal kesimde işsizliği körüklemek ve şeker piyasasında uluslararası tekellerin denetimini pekiştirmek gibi sonuçlara yol açacağını bile bile kooperatiflerin, dolayısıyla kamunun ulusal pazara erişimini engellemek şeklinde bir yaklaşımı benimsemenin hiçbir ahlaki yanı bulunmadığı açıktır. “Tekel” demişken TEKEL’i elden çıkarmayı kafasına koymuş zihniyetin karşısında ortaya çıkan haklı grevin konu odaklı değil zihniyet odaklı olmasına dikkat çekmekte fayda vardır. TEKEL işçileri TEKEL için, şeker fabrikası çalışanları ulusal şeker üretimi için seslerini yükseltirken tüm yurttaşların da hep birlikte yanlış politikalara karşı rahatsızlıklarını dile getirmeleri gerekmektedir. Çünkü iktidar ile yurttaşın çıkarlarının örtüşmediği yerde yurttaşın sesini yükseltmesi dışında bir hamle Türkiye’yi görmek istediğimiz noktaya taşımayacaktır. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” yaklaşımı ile hareket ettiğimiz takdirde o yılanın bir gün bizi de sokacağını unutmamalıyız.”

Hiç yorum yok:

sağ üst köşede yer alan Önceki kayıtlar'a tıklayarak geçmiş haberlere ulaşabilirsiniz...