***Hoşgeldiniz!!! Trakyadaki en güncel ve en kaliteli haberler için; www.trakyahaberci.com...

5 Temmuz 2009 Pazar

Lüleburgaz'da Günlük yayın yapan Hürfikir gazetesi, 48. yılına girdi

4 Temmuz 1962'de merhum Mahir Altan tarafından kurulan ve 1 Ocak 1997 tarihinden itibaren oğlu Murat Mahir Altan tarafından yönetilen Hürfikir gazetesi, bugünkü sayısı ile 47 yılını geride bıraktı. Hürfikir gazetesi, 47 yıldır sürdürdüğü yayın hayatı ile Lüleburgaz'ın aralıksız yayın yapan en eski gazetesi olma özelliğini de elinde bulunduruyor. Murat Mahir Altan'ın imtiyaz sahibi olduğu Hürfikir gazetesinde Vahit İşbaşaran Haber Müdürlüğü, Fırat Çalışkan'da Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapıyor. Gazetenin muhabir ve köşe yazarı kadrosunda ise Banu Tufandağ, Fatih Köseler, Zeynep Çalışkan, Raif Tekin, Nail Özer, Bahadır Gelal, Yasin Erdinç, Metin Dikener, İlyas Şen, Remzi Yeşilyurt, İsa Kayacan, Müjdat Eraslan ve Ömer Mutlu bulunuyor. Hürfikir Gazetesi'nin, Lüleburgaz halkı üzerinde ayrı bir yeri olduğunu belirten Murat Mahir Altan, yaptığı açıklamada, Hürfikir'in topluma ve mesleğe yaptığı katkının kamuoyu tarafından da iyi bilindiğini belirtti. Gazeteciliğin en saygın ve özverili mesleklerden biri olduğunu vurgulayan Altan, şunları kayd7etti: ''Amacımız, sadece iyi gazeteciler değil, topluma karşı sorumluluk duyan ve bu sorumluluğun bilinciyle görev yapan iyi insanlardan olabilmektir. Bu meslek insana yaşadığı kenti ve inanlarını bir bütün olarak sevmeyi öğretiyor. Hürfikir gazetesi olarak en büyük hedefimiz hizmet verdiğimiz toplumu daha geniş kitlelere yayabilmek. Ekonomik kriz nedeniyle bu yıl bu hedefleri biraz geriye çektik. Ancak, önümüzdeki dönem bu amaçlar doğrultusunda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu amaçla ilk projemiz kapsamında özellikle Kırklareli ve Babaeski'de sorumlu bürolar açmayı hedefliyoruz.''

Yanlış sütyen hastalıklara davetiye çıkarıyor




Kadınların vazgeçilmezlerinden biri olan sütyeni çoğu kadın yanlış kullanıyor. Çorlu’daki Orion AVM’de düzenlenen seminere konuşmacı olarak katılan Op. Dr. Ayhan Kaçmaz’ın yaptığı açıklamaya göre, kadınların %70’i yanlış beden ve yanlış model sütyen nedeniyle pek çok sağlık sorunu yaşıyor.

Türkiye’nin ilk alışveriş merkezlerinden biri olan Orion Alışveriş Merkezi, kadın sağlığı ve estetik görünümü açısından çok önemli bir seminere ev sahipliği yaptı. 3 ve 4 Temmuz günlerinde Çorlu’da gerçekleştirilen seminerde Optimed Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Operatör Doktor Ayhan Kaçmaz, sütyen kullanımında nelere dikkat edilmesi gerektiğini ve karşılaşılabilecek sağlık sorunlarını anlattı.

İç giyim mağazası G.Lingerie’ın da desteğiyle düzenlenen Orion AVM’deki seminerde Op.Dr. Kaçmaz, kadınların %70’inin yanlış sütyen kullanarak çeşitli sağlık sorunlarına davetiye çıkardıklarını söyledi. Sırt ve boyun ağrısından, göğüs altında mantara kadar pek çok sağlık probleminin doğru sütyen kullanmayan kadınları beklediğini ifade eden Kaçmaz, sütyen seçiminin çok önemli olduğunu belirtti. Omuz çökmesi, duruş bozukluğu, pişik, sırt ve boyun ağrısı, göğüste kitle oluşumu rahatsızlıklarına karşı kadınların, göğüslerini tam saran, yanlardan destekleyen ve ağırlığın tamamını taşıyabilen sütyen kullanmaları gerekiyor.

Kadınların göğüsleriyle ilgili en büyük problemlerinden birinin sarkmalar ve deformasyonlar olduğunu söyleyen Kaçmaz, bunun asla tamamen önlemeyeceğini belirtti ve “yer çekimi nedeniyle tüm kadınların göğüslerinde zamanla sarkmalar oluşur. Bunu hiç kimse ve hiçbir ürün tamamen engelleyemez. Ancak doğru sütyen kullanarak göğüslerin ağırlığı taşınabilirse sarkma ve deformasyon problemleri geciktirilebilir.” dedi. Sütyenlerin esas amacının göğüslerin ağırlığının taşınması olduğunu hatırlatan Kaçmaz sözlerini şöyle sürdürdü :
“Kadınlar sütyen alırken her şeyden önce doğru beden ve doğru cup olmasına dikkat etmeliler. 75, 80, 85 diye ifade edilen kısım bedendir ve sırt kısmınızdan bedeninizin çevresinin ölçülmesiyle bulunur. Cup ise göğüslerin büyüklüğüyle ilgilidir ve A,B,C,D diye ifade edilir. Sadece bedenin doğru olması yetmez, cup’ın da doğru olması şarttır. Ancak bu sayede sütyen amacına uygun kullanılabilir ve sağlık sorunlarına karşı önlem alınabilir. Bu yüzden tüm kadınlar göğüs ölçülerini doğru bilmelidir ve bir uzmana ölçtürmelidir.”

Yaklaşık 1 saat süren seminerin ardından katılan tüm bayanların, G.Lingerie mağazası uzmanı tarafından doğru göğüs ölçüleri alınarak kendilerine “göğüs ölçü kartları” verildi.
HABER VE FOTO:RECEP KARAGÖZ

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Polis memuru toprağa verildi


Tekirdağ'da görevden çıktıktan sonra evinin önünde kalp krizi geçirerek yaşamını yitiren polis memuru, memleketi Edirne'de toprağa verildi. Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü Bölge Trafik Şube Müdürlüğünde görevli 10 yıllık polis memuru Kamil Yüksel (34), sabah görev değişimi yaptıktan sonra evinin merdiveninde rahatsızlanmış ve kaldırıldığı Tekirdağ Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmişti. Yüksel'in cenazesi Meriç ilçesine bağlı Subaşı beldesinde baba evine getirildi. Yapılan duanın ardından Yüksel'in cenazesi, yakınları, mesai arkadaşları ve vatandaşların katılımıyla Subaşı Mezarlığı'nda toprağa verildi. KAYNAK:www.22haber.com

ANAP Genel Başkanı Salih UZUN' Büyük Karıştıran Belediyesini Ziyaret etti.


Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Salih Uzun ve Genel Merkez yönetim kurulu üyeleri 02/Temmuz/2009 günü Kırklareli iline bağlı Lüle Burgaz ilçesinin Büyükkarıştıran beldesine gelerek. Belediye Başkan Lütfü Karaman’ı makamında ziyaret ederek, kendisini kutladı.
Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Salih Uzun, Lütfü Karaman’ın makamında yaptığı konuşmada 29 Mart yerel seçimlerinde Büyükkarıştıran beldesinin elde ettiği başarı Türkiye’ye örnek olması gerektiğini belirterek, Büyükkarıştıran halkını ve Belediye Başkanı Lütfü Karaman’ı kutladı. Belediye Başkanımız Lütfü Karaman da 1994 yılından bu yana aldığı ANAP kültürüyle 4 kez üst üste belediye başkanı seçildiğini vurgulayarak, yaptığı hizmetlere kaldığı yerden devam edeceğini belirtti. Daha sonra Büyükkarıştıran Belediye Meclis toplantı salonunda basın mensuplarıyla birlikte toplantıya geçildi. Genel Başkanı Salih Uzun burada basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Genel Başkanı Salih Uzun daha sonra partililerle birlikte yaklaşık 1,5 saat yaptığı toplantının ardından Büyükkarıştıran beldesinden ayrıldı.

HABER VE FOTO.BÜYÜK KARIŞTIRAN BELEDİYE SİTESİ

Uzunköprülüler yaza merhaba konserinde coştu

Edirne iline bağlı Uzunköprü ilçesi Belediyesi tarafından organize edilen ve yaza merhaba isminin verildiği konser geçtiğimiz akşam Uzunköprü Ergene stadyumunda yapıldı. Konsere Uzunköprü Kaymakamı Mehmet AYDIN, Garnizon Komutanı Kurmay Albay Mehmet TOPÇU, Belediye Başkanı Av. Enis İŞBİLEN, İlçe Emniyet Müdürü çeşitli daire Müdürleri, İl Genel Meclis Üyeleri, Belediye Meclis Üyeleri ve çok sayıda Uzunköprülü katıldı. Ergene stadyumunda bulunan çim sahanın üzerine kurulan dev sahnede seyirci karşısına çıkan sanatçılar Uzunköprüleri coşturdu. İlk olarak sahneye Bulgaristan’dan gelen dans grubu ve orkestrası çıktı. Gençlerden kurulu dans grubu sergiledikleri kıvrak danslarla seyircileri coşturdular. Sonrasında sahneye Bosna Hersek’ten gelen halk dansları ekibi çıktı. Birbirinden eşsiz dans gösterileri sunan Bosna Hersek’lilerin ardından Aydın Nazilli’den gelen öğrenciler sahne aldı. Onlarda yörelerinin meşhur dansı olan Efe oyununu sergilediler. Sonrasında ilçemize gelerek Uzunköprülülere gösterileri sunan misafirlere plaket verildi.Plaket töreninin ardından Uzunköprü Belediye Başkanı günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı. İŞBİLEN konuşmasında; “Böylesine güzel bir gecede sizlerle birlikte olmak çok güzel. Yaza merhaba konseri ileride yapacağımız festivallerin müjdecisi olsun. Uzunköprülüler olarak sizler her şeyin en iyisine layıksınız” dedi. Sonrasında da sahneye Yusuf ÇETİN ve grup göç çıktı. ÇETİN’de sahnede güzel bir performans sergileyerek şarkılarını konsere gelen dinleyicilerle birlikte söyledi. Son olarak sahneye çıkan ünlü şarkıcı Ege birbirinden eşsiz parçalarını seslendirirken bir havai fişek gösterisi sunuldu. Ege izleyenlerle birlikte şarkılarını seslendirerek Uzunköprülülere unutulmaz anlar yaşattı.
KAYNAK:UZUNKÖPRÜ GÜRSES GAZETESİ

İPSALA SORUNLARI KTSO'DA




Edirne iline bağlı İpsala ilçesinin sorunları Keşan Ticaret ve Sanayi Odası (KSTO) toplantısına damgasını vurdu.
İpsala Anadolu Lisesi Mehmet YAVAŞ Konferans Salonu’nda yapılan KTSO Haziran Ayı Olağan Meclis Toplantısı, İpsala Ticaret Borsası üyeleri ve KTSO’ya üye olan vatandaşlar, Keşan Kaymakamı ve İpsala Kaymakam Vekili Metin BORAZAN, İpsala Belediye Başkanı Mehmet KARAGÖZ, AKP Edirne Milletvekili Necdet BUDAK, MHP Edirne Milletvekili Cemalettin USLU, Edirne Sanayi Ticaret İl Müdürü Oğuzhan ELÇİN katılımı ile 18:00’da başladı. Toplantının açılışını Meclis Başkanı Celil TANYOLAÇ yaptıktan sonra sözü Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa HELVACIOĞLU devraldı.
HELVACIOĞLU, son günlerde rekabet adına ekmek fiyatları yüzünden sıkıntı yaşandığını söyledi. Bu sıkıntıdan dolayı 20 Ağustos’a kadar yani Ramazan Ayı’nın ilk gününe kadar ekmek fiyatlarının 50 Krş, Ramazan’da ise 60 Krş olması için önerge sundu. Önerge oy birliği ile kabul edilerek, ekmeğin yeni fiyatı belirlendi.

KTSO Meclis gündemindeki maddelerin oylanmasının ardından İpsala ile ilgili sorunların görüşülmesine geçildi. İlk olarak İpsala Ticaret Borsası Başkanı İbrahim GİRGİN kürsüye çıkarak, İpsala’nın tarıma dayalı sanayisinin olmadığını bu sebepten adını gümrük kapısı ile duyurduğunu; fakat milyonlarca insanın gelip geçtiği kapıdan bizim 3 km içeriye geçerek baktığımızı söyledi. İpsala’daki sanayi dükkanlarının en kısa sürede yol boyuna çıkması gerektiğini, bunun İpsala’nın acil ihtiyacı olduğunu ve bu şekilde istihdamın sağlanacağını dile getirdi. İbrahim GİRGİN’in ardından kürsüye Belediye Başkanı Mehmet KARAGÖZ çıktı.

Mehmet KARAGÖZ yaptığı konuşmada İpsala’da 1 – 1,5 yıldır bir hareketlenmenin olduğunu ve KTSO’nun Keşan, İpsala, Enez üçgeninde bir değişim yaratmaya çalıştığını söyledi. İpsala’nın çağdaş kent, çağdaş yaşam ve uluslar arası bir kent olmasını umduğunu sözlerine ekledi. İpsala’nın sorunlarını başlıklar altında dile getiren Başkan Mehmet KARAGÖZ, bunları kanalizasyon, su ve konut sorunu, İpsala MYO için 500 öğrenci kapasiteli yurt yapımı, sınır ticareti, İpsala suyunu markalaştırmak, İpsala pirincini kendi adıyla marka haline getirmek, İpsala çeltik tohumu üretim merkezi açmak ve alternatif tarım başlıklarıyla kısaca anlattı. “İpsala çağdaşlaştırılmalı, tarıma dayalı sanayi geliştirilmeli. KTSO bölgemizde gelişmeye yönelik bir dizi proje ortaya koyuyor. Bu gelişmeler sevindirici. İpsala’nın sorunlarının çözülmesinde, başta iktidar olmak üzere, bölge milletvekillerimizden destek bekliyoruz. Yıllar önce söylenen ‘Meriç akar, Türk bakar.’ sözü şimdi de ‘Yurtdışından gelenler, yurtdışına gidenler ve onları seyredenler.’ oldu. Biz yerel yönetimlerin temel görevleri, yaşanılan çağın gereklerine ayak uydurarak, halka en güzel hizmetleri verecek yapılanmaları gerçekleştirmektir. Elimizde her türlü yapı malzemesi var. Ama, bu malzemeleri insanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek hale getirebilmekte sıkıntılarımız var. İpsalalıların oylarıyla seçilmiş bir yerel yönetici olarak, İpsala’nın özellikle tarım, ticaret ve yurtdışı ilişkilerinde belli bir yere gelmesi için projelerimizi ortaya koymaya başladık.” dedi. En önemli sorunun altyapı olduğuna dikkat çeken Başkanımız “ Kanalizasyon altyapı projesini bakanlığa gönderdik ve 2010 yılı programına alındığını öğrendik. Projenin %75’i Çevre ve Orman Bakanlığı, %25’i ise yerel imkanlarımızla karşılanacak.” diyerek AK Parti Edirne Milletvekili Necdet BUDAK’ın bu konuda Belediyemize yardımcı olmasını istediğini belirtti.

CHP Kapaklı Belde Başkanlığı'na Kenan Seçkin atandı

29 Mart Yerel Seçimlerin ardından Tekirdağ iline bağlı Çerkezköy ilçesinin Kapaklı beldesinde yeni bir yapılanmaya giden CHP İlçe Teşkilatı, yeni Belde Teşkilatı Yönetimini oluşturarak, Belde Başkanlığı'na Kenan Seçkin'i atadı.
Kapaklı Belde Teşkilatı'nın oluşturulması nedeni ile İlçe Teşkilatı'nda bir basın toplantısı düzenleyen İlçe Başkanı Erdinç Turan, seçimlerin ardından ilçe ve beldelerde seçim sonuçları üzerine bir değerlendirme yaparak, yol haritası belirlemeye çalıştıklarını söyledi. Bu yol haritasında ortaya iki sonucun çıktığını, bunlardan birinin aile içinde yapılacak çalışmalar, diğerinin ise dışa yönelik çalışmalar olduğunu ifade eden İlçe Başkanı Turan, Kapaklı'da da bu yol haritasına göre çalıştıklarını ifade etti. Kapaklı'nın Türkiye'nin en büyük beldelerinden biri olduğuna dikkat çeken İlçe Başkanı Turan, Kapaklı'da öncelikle CHP Üyelerini ve sosyal demokrat insanları partiye davet ettiklerini ve toplantılar yaptıklarını belirterek, toplantıya katılan partililer ve sosyal demokratlara temsilci seçmelerini ve bu temsilcilerden bir komisyon oluşturulmasını önerdiklerini söyledi. Bunun sonucunda 8 kişilik bir komisyonun oluşturulduğunu ve bu komisyonda hiçbir İlçe Yöneticisi'nin yer almadığını belirten İlçe Başkanı Turan, Komisyonun yaptığı 2-3 haftalık çalışmanın ardından Belde Yönetimi'nin oluşturulduğunu ve Belde Başkanlığı'na ise Kenan Seçkin ile Veli Çeken'in Aday gösterildiğini belirterek, yapılan son değerlendirmenin ardından Kenan Seçkin'in Belde Başkanlığına atandığını ifade etti. Kendilerinin samimi ve net olduklarını, halka ve üyelere rağmen birşeyler yapmak istediklerini belirten İlçe Başkanı Erdinç Turan, "Bu şekilde halkı kucaklamayı düşünüyoruz. Bundan sonra yol haritamız bu olacak. Delegeye, halka ve üyeye rağmen birşey yapmayacağız" dedi. Kapaklı CHP Belde Başkanlığı görevine getirilen Kenan Seçkin de yaptığı açıklamada kendisini bu göreve layık gören herkese teşekkür etti. 1999-2004 yılları arasında Belediye Meclis Üyeliği yaptığını, iki dönemde İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyesi olarak partide görev yaptığını belirten Kenan Seçkin, 25 yıldır Kapaklı'da ikamat ettiğini ve bir sanayi kuruluşundan emekli olduğunu söyledi. Kenan Seçkin'in Başkanlığı'nda oluşturulan Kapaklı CHP Belde Teşkilatı'nda şu isimler görev yapacak: Temel Yılmaz, Veli Çeken, Fahrettin Gür, Hasan Çalışır, Ender Dubaz, Hüseyin Bıyık, Sevilay Nigar, Firki Güler, Sadık Arslan, Bülent Güzel, Yener Aygenç, Kenan Temel, Taylan Dilsiz, Selim Halfçı, Eşfer Kahraman, Bülent Cengiz, Derya Ertan, Saim Özkan, Şaban Uçar, Hasan Koparanoğlu, Yaşar Geredeli, Bülent Serbest, Adem Saraç, Hüsmen Dinler, Erdinç Yılmaz, Haydar Delikkaya, Şefik Banbal, Barış Dindar, Seyfi Özgerçek, Sedat Şen, Turan Göktaş, Semih Ertan.
KAYNAK:ÇERKEZKÖY GAZETESİ

Çorlu Havalimanı İthalat ve İhracat değerleri açıklandı

Çorlu Havalimanı Gümrük Müdürlüğü 2009 Haziran ayı ithalat ve ihracat değerlerini açıkladı.
Çorlu Havalimanı Gümrük Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada, 2009 Haziran ayında 24 milyon 300 bin dolarlık ihracat işlemi yapılırken, ithalat 24 milyon dolar gerçekleşti. İhracatın önemli bölümünü giyecekler, makineler, plastikler, petrol ürünleri ve kimyasallar, metaller, ihraç ürünlerinin arasında da en önemli bölümü makineler, ipek, pamuk ve iplikler, plastikler, petrol ürünleri ve kimyasallar, metaller oluşturdu.

BAKANA BELEDİYE BAŞKANINDAN HEDİYE


Tekirdağ ilindeki programı çerçevesinde Çerkezköy Belediye Başkanı Ali ERTEM i makamında ziyaret eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer DİNÇER şeref defterini imzaladı.
Başkan ERTEM ziyaret sırasında Bakan DİNÇER e porselen tabak hediye etti

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANINDAN TEKİRDAĞ İLİ VE ÇERKEZKÖY İLÇESİNE ZİYARETLER




Ziyaret programı çerçevesindeTekirdağ ilinde bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer DİNÇER, Çerkezköy İlçesinde bulunan Hema firmasına ait üretim tesisini gezerek incelemelerde bulundu.
Komprasörden Traktöre bir dizi ürün gamına sahip firma özellikle HATTAT markasıyla tanınan yerli traktör üretiminide gerçekleştiriyor.

Ekipler Sedefçi Yi Ziyaret Etti

648.Kutlanmakta Olan Tarihi Kırkpınar Güreşleri Ve Kültür Etkinlikleri Programına Katılmak Üzere Edirne’ ye Gelen Yerli Ve Yabancı Halk Oyunları Ekiplerinin Elemanları Bu Gün Belediye Başkanı Hamdi Sedefçiyi Ziyaret Ettiler. Belediye Meclis Salonunda Gerçekleşen Buluşmada Konuşan Başkan Sedefçi Tüm Ekiplere Hoş Geldiniz Diyerek Kendilerini Edirne De Ağırlamaktan Duydukları Memnuniyeti Dile Getirdi. Kırkpınar Yağlı Güreşleri Hakkında Konuklara Bilgiler Veren Sedefçi, Bu Ziyaret Sırasında Yanında Bulunan Başpehlivan Recep Karayı Da Misafirlere Tanıttı. Recep Kara Da Konuklara Hoş Geldiniz Dedi.
Daha Sonra Tüm Ekiplere Edirne Belediyesi Olarak Hediyeler Veren Başkan Sedefçi, Duyduğu Memnuniyeti İfade Ederek Kendileriyle Fotoğraf Çektirdi.
KAYNAK:EDİRNE TV

Babaeski Halk Eğitim Merkezi’nde folklor kursu açılıyor


Kırklareli'nin Babaeski Ilçesi'nde Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğünce Halk Oyunları Folklor Ekibi kurulacağı açıklandı.
Yaz sezonunda, Mesleki ve teknik eğitim görme imkânı bulamamış ya da eksik eğitim almış kişileri mesleğe hazırlamak, iş alışkanlıkları kazandırmak, onları pasif tüketicilikten aktif üretici konumuna getirmek, bir işyerinde çalışabilecek, kendi işini kurabilecek bilgi ve beceriye kavuşturmak amacıyla düzenlenen kurslara bir yenisi daha eklendi.
Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğünce, uzun yıllardır Ilçe'de eksikliği hissedilen Kırklareli Yöresi Halk Oyunları Folklor ekibi kurulması için planlanan kursiyer kayıtları için çalışmalar başladı.
Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, Ilçe Merkezinde ve Kırsal alanda ikamet eden ve Halk oyunları ile ilgilenen 18-30 yaşları arasında erkek ve bayanların Halk Eğitimi Merkezine bizzat müracaatları gerekmekte olduğu ifade edildi.
Halk Oyunları Ekibi çalışmalarının başlaması için ise Halk Eğitimi Merkezine 20 kişinin üzerinde erkek ve bayan kursiyerin kayıt yaptırması gerektiği belirtildi.

KAYNAK:www.gazetetrakya.com

Küçük İbo Kızılpınara Yerleşecek


Üç yıldır aralıksız olarak Çerkezköy, Kızılpınar ve Karaağaç'ta sık sık konserler veren sevilen ses sanatçısı Küçük İbo, Kızılpınar'da, yatırım amacıyla çok sayıda daire satın aldı. Dairelerden birisine kendisinin yerleşeceğini söyleyen Küçük İbo, satın aldığı dairelerin sayısı ve fiyatı hakkında ser verip sır vermezken, "Rüstem Barut Abimiz, fiyat konusunda çok yardımcı oldu" dedi.
'Küçük İbo' olarak, daha çocuk yaşta müzik piyasasına adım atan ve söylediği türkülerle büyük bir hayran kitlesine kavuşan Halil İbrahim Küçük, sık sık konser vermek için geldiği Kızılpınar'dan geçtiğimiz günlerde çok sayıda daire satın aldı.
Kızılpınar’a yerleşeceği belirtilen Küçük İbo’nun Kızılpınar’ı ve bölgeyi çok sevdiğini ve burada çok iyi dostluklar edindiği ve bu nedenle bu kararı aldığı öğrenildi.
KÜÇÜK İBO DAİRELERİ MÜTEAHHİT RÜSTEM BARUT'TAN ALDI
Çerkezköy'ün genç müteahhitlerinden Rüstem Barut'un Kızılpınar'da inşaatını sürdürdüğü Barutlar Apartmanı'ndan daireler satın alan Küçük İbo, önceki gün Çerkezköy'e gelerek, bu dairelerin anahtarlarını teslim aldı.
Rüstem Barut'un Öztrak Caddesi'ndeki Bürosu'nda yapılan anahtar ve tapu teslim töreninde oldukça neşeli olduğu gözlenen Küçük İbo ‘’Kızılpınar’ı gerçekten çok seviyorum. Orada başta Belediye Başkanımız Faruk Korkmaz ve oğulları olmak üzere çok sevdiğim dostlarım ve ağabeylerim var. Barutlar İnşaat'ın orada güzel evleri olduğunu daha önce de duymuştum.
Ben de yatırım amacıyla oradan evler aldım. Hatta birinde zaman zaman gelip oturmayı düşünüyorum." diyerek, dairelerden birine de kendisinin oturacağını söyledi.
KÜÇÜK iBO DAİRELERİ KAÇA ALDIĞI KONUSUNDA AÇIKLAMA YAPMADI
Aldığı dairelerin fiyatları konusunda ser verip sır vermeyen Küçük İbo, "Fiyatları söylemeyeceğim ama Rüstem Bey, çok yardımcı oldu.
Barutlar İnşaat’a teşekkür ediyorum." demekle yetinirken, Barutlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Rüstem Barut da, Küçük İbo'nun aldığı dairelerin 3+1 tipte olduğunu vurgulayarak "Hepsi de çok güzel daireler, hayırlı olsun. Kendisi yatırım amacıyla aldı. Biz de kendisine yardımcı olduk. Kendisinin teşvikiyle başka sanatçılarımızın da bölgemizden daire satın alacağına inanıyorum" Dedi. Rüstem Barut daha sonra, Küçük İbo’ya evlerin tapuları ve anahtarını teslim etti.
HABER VE FOTO:Seyit SÜREN

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Çerkezköy`de
















Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi`nin (Çerkezköy OSB) katkılarıyla bölge içerisinde yapımı tamamlanan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Çerkezköy hizmet binasının açılışını gerçekleştiren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, kurum çalışanlarına vatandaşın işini burada çözmeleri talimatını verdi. Çalışanlara gözdağı da veren Bakan Dinçer; Her şeyi affedeceğim, vatana kötü muameleden affetmeyeceğim dedi.
Her kesimin ekonomiye ve sosyal politikalara odaklanması gereken bir dönemi yaşıyoruz diyen Bakan Dinçer açılış öncesi yaptığı konuşmada, küresel krizin üzerinde en çok durulması gereken boyutu insanların doğrudan hayatlarına yansıyan işsizlik olgusu olduğunu söyledi.
İşsizlik artış oranlarında çok umutsuz bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu dile getiren Bakan Dinçer; Ama bu tablo sadece Türkiye`ye özgü değil, küresel finans krizinin etkisiyle bütün ülkelerde işsizlik tarihi seviyelere ulaştı. AB üyesi olan İspanya`da işsizlik bu aylarda %20`lere çıktı. ABD ve AB ülkelerinde Haziran ayında işsizlik % 9.5 gibi tarihi bir seviyeye çıktı. Şimdi artık krizin sona ereceğine dair olumlu işaretleri almaya başladık. Krizin Türkiye`ye etkilerini asgari seviyede tutmak için Hükümetimiz 70`e yakın tedbir aldı ve uygulamaya koydu. Bu süreçte Türkiye`nin direncini arttırmak için demokratik istikrar elbette her zamankinden daha büyük bir önem kazanmaya başladı. Demokratik istikrar ve toplumsal güven ekonominin en önemli dayanak noktasıdırdiye konuştu.
İkinci büyük meselemiz ekonomik bütün politikaların sosyal politikalarla birlikte ele alınması aynı eksen etrafında toplanmasıdır diyen Dinçer;Türkiye`nin istisnasız bütün kurumları ve istisnasız bütün kesimleri lüzumsuz tartışmalardan hızla çıkarak 72 milyon insanımızın refah ve huzuruna odaklanmalıdır. Aksi takdirde yarın geç olabilir. Çağın gelişen dinamiklerini doğru görmeye mecburuz. Ülke ekonomisi ve küresel rekabet, nitelikli, eğitimli insan gücünün ikame edilmesi güç en önemli stratejik kaynağı haline getirmiştir. Bu durumda Türkiye`nin gündemi rekabet, üretim ve kalite olmalıdır. Milli Eğitim`in gündemi de YÖK`ün gündemi de ekonomi, bürokrasi ve sivil toplum örgütlerinin gündemi de bu olmak zorundadır. Hamaseti değil gerçek tabloyu görmeliyiz şeklinde konuştu. Bu tablonun içinde neler olduğunu da sıralayan Dinçer; Ülkemiz nüfusu genç ve dinamik bir ülkedir ama üzülerek söylemek zorundayız ki iş arayan her 3 kişiden birinin mesleki yeterliliği yoktur belki daha fazlası. Mesleki eğitimi ıskalayan eğitim sisteminin yapısal işsizliğin kaynağı olduğu yeteri kadar tartışılmıştır. Artık bu gerçeği tartışma düzleminden çıkarmak zorundayız. Mesleksiz bir toplum ayakta kalamaz. Meslek Lisesi mezunlarının istihdamdaki payı sadece % 7`dir. Meslek edinme meslek değiştirme, piyasadaki muhtemel değişimlere zamanında uyum sağlama kabiliyetine kavuşması en önemli meselelerimizden birisi olmalıdır dedi.
Daha sonra beraberindeki Tekirdağ Valisi Zübeyir Kemelek ve AK Parti Tekirdağ Milletvekili ve İçişleri Komisyonu Başkanı Ziyaettin Akbulut ile açılışını gerçekleştirdiği SGK Çerkezköy Bürosunu da gezen bakan büroda kaç kişinin çalıştığını sorarak çalışanlarla da görüştü. Çalışanlara vatandaşın işini kaç dakikada yapıyorsunuzdiye soran Bakan Dinçer, Telekom hatlarına bağlı olarak değişebiliyor. Şartlara göre değişiyor 3 dakika ile 7 dakika arasında değişiyor yanıtını alınca Vatandaşın sorunun burada çözün. Her şeyi affedeceğim, vatana kötü muameleden affetmeyeceğim talimatını verdi.
Son dönemde gündeme taşınan kiralık işçiler konusunda gazetecilerin sorusu üzerine de Bakan Dinçer; Kiralık işçiler yanlış ve olayı ajite ede bir niteledir. Söz konusu olan kiralık işçi değil, bu olayı eleştirenler şu sorunumuza çözüm bulsunlar. Her gün ayrı ayrı evlere temizliğe bir kadınımızın, bir işçimizin sosyal güvenlik ve genel sağlık sigortası ile ilgili sorununa çözüm bulsunlar. Amele pazarlarında arabaların arkasına yüklenerek götürülen işçilerimizin sorunlarına çözüm teklif etsinler. Her yıl, her mevsimde tarımda kavun, karpuz toplamaya, fındık, pamuk toplamaya giden onlarca sosyal güvenlik hakkı olmayan ve kayıt dışında çalıştırılan insanlarımızın sorununa çözüm üretsinler, eleştirmesinler. Özel istihdam bürolarını da kiralık işçi sıfatı ile yaftalayıp eleştirmesinler çünkü o istihdam bürosu belki sorunumuzun tamamını çözmeyecek ama bu sorunumuzun bir kısmını çözecek önemli tekniklerden birisidir. Bu bütün gelişmiş ülkeler, modern dünya bu yöntemi kullanıyor öyleyse bizim ülkemizde de zaman içerisinde de zaten uygulanacak olan ama şimdiden ön alarak, zaman kazanarak hukuki düzenlemelerini yaptığımız mekanizmayı niçin üretmeyelim yanıtını verdi.




Kayıp Çocuğun Derede Cesedi Bulundu


1 gün önce kaybolan 10 yaşındaki çocuğun cesedi dere içerisinde bulundu. Çorlu Deresi`nde bulunan ceset savcının olay yerinde yaptığı incelemenin ardından otopsi için İstanbul Adli Tıp Kurumu Morguna gönderildi.
Tekirdağ`ın Çerkezköy ilçesine bağlı Kızılpınar Beldesi`nde ikamet eden Cemal Zabıthan Çokbilir çiftinin 10 yaşındaki çocukları Bünyamin önceki gece eve gelmedi. Çocuklarını aramaya çıkan ancak karanlık nedeniyle sonuç alamayan Çokbilir ailesi sabah saatlerinde yeniden kayıp çocuklarını aramaya başladı. Çorlu Deresi kenarında küçük çocuklarının cesedini bulan aile jandarma ekiplerine haber verdi. Jandarma ve nöbetçi Cumhuriyet Savcısının olay yerinde yaptığı incelemenin ardından Bünyamin Çokbilir`in cesedi incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Olayla ilgili inceleme sürdürülüyor.
KAYNAK:ÇORLU AVRUPA YAKASI GAZETESİ

AK Parti Çorlu Teşkilatı Yeni Yönetimi Belli Oldu


Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Çorlu İlçe Teşkilatı Başkanı Mehmet Gönül`ün Genel Merkezin talimatları doğrultusunda görevinden yönetimiyle birlikte ayrılmasının ardından AK Parti Çorlu Teşkilatının yeni yönetimi belli oldu.
Genel Merkezin talimatıyla Mehmet Gönül başkanlığındaki AK Parti Çorlu İlçe Teşkilatı`nın görevden ayrılmasının ardından AK Parti Çorlu`da yeni yönetim belirlendi. Atilla Arıksoy başkanlığındaki yeni yönetim listesinin AK Parti Genel Merkezi tarafından da onaylandığı bildirildi.
Buna göre Arıksoy başkanlığındaki AK Parti Çorlu İlçe Teşkilatı şu isimlerinden oluşuyor; “İrem Özdoğan, Ziya Aslan, Murat Yurtsever, Cevat İşler, Eyüp Ürey, Mehmet Barut, Şuayip Kara, İbrahim Özcan, Şakir Sönmez, Nuran Erkal, Mustafa Çalım, Murat Şap, Hasan Kamiloğlu, Sibel Topçular, Hediye Karagöz, Nergis Güngör, Mustafa Özdemir, Neval Doruk, Gönül Şengür, Reyhan Güneş, Erkan Efek, Aylin Yer, Erkan Duran, Ali Kaptan, Nevzat Canca, Kemal Karaman, İmdat Işık, Necati Yüztemur, Zeki Kurmut.

GREV SESLERİ


Türk İş’e bağlı Petrol İş, Kristal İş, Tarım İş ve Şeker İş Sendikaları önceki gün AKP Lüleburgaz İlçe Başkanlığı önüne gelip basın açıklaması yaparak Hükümet’i protesto etti. Diğer sendika ve siyasi partilerin de destek verdiği açıklama sırasında ise AKP ilçe binasında yaklaşık 100 polis memuru tarafından güvenlik önlemleri alındı. Petrol İş Sendikası Trakya Şube Başkanı Turgut Düşova, Hükümet’ten üzerine düşen görevi yapmasını istediklerini belirterek, “Hükümetin işçinin aleyhine olan tavırları nedeniyle buradayız. Bu hükümeti başa getiren işçiler ve emekçiler indirmesini de bilir” dedi.Hükümetle uzlaşamayan Türk İş önceki gün 81 ilde yaptığı basın açıklamasıyla Hükümeti protesto etti. Lüleburgaz’da da Türk İş’e bağlı Petrol İş Sendikası Trakya Şubesi, Kristal İş Sendikası Trakya Şubesi, Tarım iŞ Sendikası ve Şeker İş Sendikası Alpullu Şubesi tarafından bir basın açıklaması düzenlendi.Saat 17.00’den itibaren Petrol İş Sendikası ve Kristal İş Sendikası’nın önünde toplanmaya başlayan işçiler saat 18.00’de buradan sloganlar eşliğinde hareket ederek AKP Lüleburgaz İlçe Teşkilatı önüne geldi. Eğitim Sen, Ses, Emekli Sen, ÖDP, Emek Partisi’nin de destek verdiği yaklaşık 300 kişi, AKP Lüleburgaz İlçe Başkanlığı önünde bir basın açıklaması yaptı.İşçilere çevrede bulunan esnaf da alkışlarla destek vererek basın açıklamasının sonuna kadar beraber durdu.Basın açıklamasından önce bir konuşma yapan Petrol İş Sendikası Trakya Şube Başkanı Turgut Düşova, “Hükümetin işçilerin taleplerini hiçe sayması nedeniyle buradayız. Hükümet ya bizim taleplerimizi dikkate alacak ya da genel grev yapacağız” dedi.Basın açıklaması esnasında polis yaklaşık 100 kişilik bir ekiple AKP Lüleburgaz İlçe Başkanlığı’nın önünde güvenlik önlemleri aldı. Basın açıklamasının sırasında işçiler “Obama’ya uşak, halka Kasımpaşalı”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” ve “Genel grev genel direniş” şeklinde sloganlar attı. Konuşmasının ardından basın açıklamasını okuyan Petrol İş Sendikası Trakya Şube Başkanı Turgut Düşova şunları söyledi:“Biz Türk-İş’e bağlı sendikalara üye yaklaşık 300 bin kişi, kimimiz Ocak, kimimiz Şubat, kimimiz Mart ayından bu yana toplu iş sözleşmelerimizin imzalanmasını bekliyoruz. Konfederasyonumuzun yöneticileri, Türk-İş bünyesinde kurulan kamu kesimi koordinasyon kurulu tarafından belirlenen teklifimizi yerel seçimlerden önce Hükümete iletmişlerdir. Ancak gerek yerel seçimler, gerekse ardından gelen kabine değişikliği nedeniyle görüşmelerde ciddi bir mesafe katedilememiştir. Taleplerimize ilişkin cevap nihayet 4 Haziran 2009 tarihinde Kamu sözleşmelerinden sorumlu Devlet Bakanı Hayati Yazıcı ile yapılan görüşmede gelmiştir.Sayın Yazıcı, birinci ve ikinci altı aylar için yüzde 3; üçüncü ve dördüncü altı aylar için yüzde 2.5 zam teklifinde bulunmuş, düşük ücretlerin ise sadece 25 TL arttırabileceğini ifade etmiştir. Aradan geçen zamana rağmen bugün gelinen nokta farklı değildir. Yönetim Kurulumuzun dün Başbakan ile yaptığı görüşmede, Başbakan birinci altı ay için yüzde 3’ün üzerine çıkılamayacağını söylemiştir. Başbakan, ikinci altı aydaki yüzde üç rakamını ise yüzde 4’e çıkarmıştır.Türk-İş bu teklifi kabul etmemiş ve eylemlilik sürecinin startını vermiştir. Bugün itibariyle 89 bin 915 işçimiz için grev kararı alınmış, 3 bin 851 işçimizin toplu iş sözleşmesi Yüksek Hakem Kurulu’na intikal etmiştir; 96 bin 312 işçimizin ise toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam etmektedir.Gelinen noktada aylardır bekleyenler ve onların aileleri üzgündür, kırgındır, kızgındır.Bizlerin, yani kamu işçilerinin içinde bulunduğu durumla ilgili bir değerlendirme yapacak olursak;Türkiye’de sanayici ve iş adamları, kendi nam ve hesabına çalışanlar ile esnaf, gelirinin vergisini bir yıl sonra vermektedir.Geliri her ay vergilendirilenler ise sadece ücretlilerdir.Vergi mağduriyeti, işçilerde, diğer ücretlilere göre daha belirgin yaşanmakta, işçilerin ücretleri yıl içerisinde vergi nedeniyle dünmektedir.Bu durum 2006 yılından bu yana daha da ağırlaştırılmıştır. 2008 yılında ise işçi gelirlerinin sigorta prim tavanın aşan kısmı primlendirilmeye devam edilmiştir, ayrıca sadece kamu işçilerine ödenen ikramiyeden sosyal güvenlik primi kesilmeye başlanmıştır.Bu durumda ücretlerimiz Temmuz ayına bir önceki aya göre yüzde 6 azalmakta ve Aralık sonuna kadar düşük ücret devam etmektedir. Bu nedenle Temmuz ayında yapılacak yüzde 6 oranında zam sadece ücretimizin sabit kalmasına yetmektedir.Hükümetin önerdiği birinci altı ay yüzde 3, ikinci altı ay yüzde 4 ücret zam teklifi kabul edilirse, Temmuz ayında yüzde 3 zam almamıza rağmen ücretlerimiz yüzde 3 düşecektir.Bizleri ‘sabit gelirli’ kategorisinden de çıkarıp ‘azalan gelirli’ hale getiren bu çarpıklığı kabul etmemiz mümkün değildir.Gelir düzeyi itibariyle yoksulluk sınırın altında yaşayan bizler, Hükümetin ‘yoksulun yanındayız’ söylemlerinin karşılığını kendi hayatımızda görememekte, aksine reva görülen yüzde 3 zam nedeniyle özellikle mağdur edilmeye çalışıldığımızı düşünmekteyiz.İçinden geçtiğimiz kriz dönemi öncesinde işverenlere sağlanan kolaylıklar, primler ve muafiyetler kriz döneminde yenilenmekte ve genişletilmektedir.Oysa krizin daha kolay atlatılmasındaki en önemli ayak, piyasaların canlandırılabilmesi için geniş halk kitlelerinin satın alma gücünün arttırılmasıdır. Halkın satın alma gücü arttırılmadığı sürece alınacak diğer hiç bir önlemin bir faydası olmayacağı ortadayken, kamuda çalışan işçilere yapılacak zammın krizin atlatılması için bir fırsat olarak değerlendirilmemesi bırakın bizleri, krizi atlatma mücadelesi veren ülkemize zarar verecek.Krize karşı duyarsız olduğumuz düşünelemez. 2001 krizinden bu ülkeyi daha çok çalışarak, daha uzun çalışarak ve daha verimli çalışarak çıkaran bizleriz. 2001 krizinden bu tarafa da gelişen ekonomiden pay alamayan, ücretleri enflasyona yenik düşen, arttırılan vergi ve sigorta primleri ile ücretleri kuşa çevrilen de bizleriz.Bunların yanı sıra, kıdem tazminatlarımıza göz dikilen, üyesi olduğumuz sendikadan baskı ve tehditle istifa ettirip Hükümet, bürokrat destekli sendikalara üye olmaya zorlanan, sahip olduğumuz işsizlik sigortası fonu amacı dışında kullanılan da bizleriz.Hükümet artık üzerine düşen görevi yapmalıdır. Kayıpları yüzde 20’leri bulan kamu işçisinin verilen zam oranını kabul etmesi mümkün değildir. Gelinen noktada, Türk-İş taleplerini daha yüksek sesle dile getirebilmek amacıyla bir dizi eylem kararı almıştır. Bugün burada bu eylemin birincisini gerçekleştirmekteyiz. Eylemlerimiz, uyarı niteliğindedir ve taleplerimiz kabul edilinceye kadar devam edecektir. Edilmezse de grev silahımızı kullanacağımız açıktır.Umuyoruz ki bugün yarın bir gelişme sağlanır ve bu eylemler ve grevlere gerek kalmaz.Bizim maksadımız kavga etmek değil, soğuk kanlılıkla sükunetle konuyu çözüme ulaştırmaktır.”

KAYNAK:LÜLEBURGAZ GÖRÜNÜM GAZETESİ
TEKİRDAĞ MİLLETVEKİLİ SAYIN KEMALETTİN NALCI’NIN 7/8015 ESAS NUMARALI YAZILI SORU ÖNERGESİNE BAKANLIĞIMIZCA HAZIRLANAN CEVAP



Soru 1: Tekirdağ’ın Merkeze bağlı İnecik köyünde Osmanlı Döneminden kalma 3 asırlık hamam bakımsızlıktan dolayı çökme tehlikesi ile karşı karşıya mıdır?

Soru 2: 300 yıllık geçmişe sahip olan hamamın ekonomik sebeplerden dolayı atıl durumda olduğu doğru mudur?

Soru 3: Tarihi hamamı restore etmek için ne yapılması planlanmaktadır?


CEVAP 1, 2, 3: Tescilli kültür varlığı Erenler Hamamı Tekirdağ ili İncecik Köyü köy tüzel kişiliği mülkiyetinde olduğundan Bakanlığımız yatırım bütçesinden onarımı gerçekleştirilememektedir.

Ancak, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 12 nci maddesinin 5 nci fıkrasına dayanılarak hazırlanan “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde belediyelerce; bina, arsa ve araziler için mükellefiyetin başlangıç yılında tespit edilen vergi değeri üzerinden ve yıllık olarak tarh, tahakkuk ve tahsil edilen emlak vergisinin % 10’u oranında emlak vergisiyle birlikte taşınmaz kültür varlıklarının korunması için katkı payı tahsil edilerek il özel idaresince söz konusu amaçla açılan taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ait katkı payı hesabına yatırılmaktadır. Katkı payı hesabında toplanan miktarlar, belediyelerce taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla belediyelerin sınırları içindeki mevcut taşınmaz kültür varlığı oranı, mevcut durumu, ilin kültürel değerlerine katkısı dikkate alınarak valilik tarafından hakkaniyet ölçüsünde kullandırılmaktadır. Bahsi geçen hamam ile ilgili olarak Tekirdağ İl Özel İdaresi İmar ve Kentsel İyileştirme Müdürlüğü (KUDEB) tarafından bakım ve onarım izni verilmiş olup katkı payından yararlanabilmeleri için belediye başkanlığına ve belediyesince de il özel idaresi müdürlüğüne başvuru yapılması halinde valiliklerince değerlendirilebilecektir.

BABAESKİ ATOMİK TEKSTİL ÇALIŞANLARI DUPNİSA MAĞARASI’NA GEZİ DÜZENLEDİ


Trakya’da Tekstil Sanayinde önde gelen işletmeler arasında yer alan Atomik Tekstil Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, çalışanları için “Dupnisa Mağarasına” bir moral gezisi düzenledi.
Ülkedeki artan ekonomik krize rağmen, Çorlu’da örme kumaş, Çerkezköy’de boya ve terbiye, Babaeski’de kumaş kesim, baskı, nakış ve dikiş ve Ordu’da ise dikiş işletmeleri bulunan bir tekstil ve hazır giyim üretim grubu olan, Babaeski ve Ordu’daki işletmelerinde, toplam 20 dikiş bandı, 17 nakış makinesi, 3 otomatik kesim makinesi ve tasnif alanlarıyla, ayda 600 bin adet hazır giyim üretimi gerçekleştiren Atomik Tekstil, çalışanlarını “Dupnisa Mağarası” moral gezisi ile ödüllendirdi.
Kırklareli’ne bağlı Üsküp Beldesi üzerinden Demirköy’ün Sarpdere Köyü sınırları içerisinde ve köyün 5 km güneybatısında yer almakta olan, Bulgarcada delik anlamına gelen Trakya’nın Turizme açık tek mağarası olan “Dupnisa Mağarasını” topluca gezen Atomik Tekstil çalışanları, mağaranın girişinde ki ilginç şekillerden oluşan doğa harikası sarkıklardan oldukça etkilendiler.
Mağarayı gezdikten sonra birlikte piknik alanına geçen fabrika çalışanları, burada Alpullu’nun Meşhur Köftecisi Lütfü Usta’nın kendilerine hazırladığı mangal partisine katılarak öğlen yemeği yediler.
Yemekten sonra düzgünce bir araziye geçen fabrika çalışanları burada gruplar halinde ip atlama, yakan top ve voleybol oynayıp gönüllerince eğlendiler. Keyifli geçen bir günün ardından akşamüstü mutlu bir şekilde Babaeski’ye dönen Atomik Tekstil çalışanları, bu geziyi organize eden yetkililere teşekkür ettiler.
HABER VE FOTO:METİN KARAKUŞ

3 Temmuz 2009 Cuma

Madencilik sorunları masaya yatırıldı


Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı’nın organizasyonunda Tekirdağ’da ‘3. Trakya Madencilik Sorunları Toplantısı’ yapıldı. Maden İşleri Genel Müdürü Mehmet Hamdi Yıldırım’ın da konuşmacı olarak katıldığı toplantıda maden yasasının eksiklikleri ve son düzenlemeler ile ilgili görüşler, Trakya’nın nazım planı sorunları, küresel krizin Trakya madenciliğine etkileri ve madencilik teşvikleri masaya yatırıldı.

Tekirdağ’daki Hotel Yayoba’nın konferans salonunda saat 14.00’de başlayan toplantıya, Maden İşleri Genel Müdürü Mehmet Hamdi Yıldırım’ın yanı sıra, Tekirdağ Vali Yardımcısı Erdoğan Özdemir, Türkiye Madenciler Derneği Başkanı İsmet Kasapoğlu, Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Güven Önal, Trakya Madenciler Derneği Başkanı Cahit Sağlam, Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı Tekirdağ Temsilcisi Kani Alp, madenciler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve davetliler katıldı.

İki bölüm olarak düzenlenen toplantının ilk bölümünde açılış konuşmaları yapıldı. Yurt Madenciliği Geliştirme Vakfı Tekirdağ Temsilcisi Kani Alp açılış konuşmasında geleneksel hale gelen toplantıların yöredeki tüm girişimcilerin önünü açacağına inandığını belirtti. Madenciliğin sorunlarına vurgu yapan Alp, toplantının Trakya madenciliğine olumlu katkı yapacağını vurguladı.

Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Güven Önal da, Türkiye’de madenciliğin ne denli önemli olduğunu herkesin bildiğini aktararak, madenler olmadan hayat ve medeniyetin olamayacağına işaret etti. Önal, madenlerin ülkelerin vazgeçilmez varlıkları olduğunu kaydederek, “Çoğu kez nereden geldiğini bilmediğimiz bazı propagandalarla, hepimizin inandığı bazı programlarla Türkiye’nin doğal kaynaklardan yararlanması değişik platformlarda engellenmek istenmektedir. Lütfen bu oyuna gelmeyiniz. Gerçekleri bütün çıplaklığıyla söyleme cesaretine hepimiz sahip olmalıyız.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

3. Trakya Madencilik Sorunları Toplantısı’na katılan Tekirdağ Vali Yardımcısı Erdoğan Özdemir ise, Tekirdağ’ın daha çok kömür madeniyle anıldığını vurgulayarak, il genelinde daha çok Saray ve Malkara ekseninde olmak üzere toplam 173 milyon ton kömür rezervinin bulunduğunu söyledi. Kömürlerin çoğunun yüzeyde bulunduğunu çok az bir kısmının da kapalı sistemle çıkarılarak ülke ekonomisine kazandırıldığını aktaran Özdemir, Tekirdağ’da ayrıca Saray’da kuvars madeninin çıkarıldığını hatırlattı.

İlk bölümdeki açılış konuşmalarının ardından Maden İşleri Genel Müdürü Mehmet Hamdi Yıldırım, Türkiye Madenciler Derneği Başkanı İsmet Kasapoğlu ve Trakya Madenciler Derneği Başkanı Cahit Sağlam’ın katıldığı bir açık oturum gerçekleştirildi. Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı’ndan Dr. Nijat Gürsoy’un yönetiminde gerçekleştirilen açık oturumda konuşan Maden İşleri Genel Müdürü Mehmet Hamdi Yıldırım, karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak için bir çok ilde maden sorunlarıyla ilgili madenciler tarafından organize edilen toplantılara katıldıklarını belirterek, Maden kanununda iptal edilen kanunlar dahil olmak üzere, sektörün içinde bulunduğu bir takım sorunları içine alan bir paket oluşturduklarını, taslağı 10-15 gün içinde Bakanlığa göndereceklerini ve Meclis açıldığında da taslağın gündeme getirileceğini aktardı.
Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün yaptığı yasal çalışmanın son derece açık yürütüldüğünü vurgulayan Yıldırım, sektör temsilcileri ile görüş alışverişinde bulunarak en ideal yasal çalışmayı ortaya çıkarmak istediklerini ifade etti. Maden kanunu değişikliği yapmadıklarını mevcut maden sorunlarını çözmek için yasal bir taslak hazırladıklarını belirten Yıldırım şunları söyledi: “Son dönem içinde dünya bir kriz içinde. Bunun elbette Türkiye’ye ve Madencilik sektörüne yansımasını hepimiz yaşıyoruz. Bu konuda bir teşvik yasası hazırlığı vardı bu tamamlandı. Bu konuda son öğrendiğimiz kadarıyla teşvikle ilgili olarak iki tür çalışma yapılıyor. Yani hem bölgesel ayrım hem de bölgelerde hangi sanayinin teşvik edilmesi gerektiği yönünde bir teşvik çalışması söz konusu. Bu teşviklerin madencilik sektörüne olumlu katkılar yapacağını düşünüyoruz.”
Yıldırım’ın konuşmasının ardından Türkiye Madenciler Derneği Başkanı İsmet Kasapoğlu söz aldı. Kasapoğlu da madencilerin sorunlarına değinen bir konuşma yaptı. 18,00’a kadar süren açık oturumda Maden ve Orman izinlerinde doğan boşluk ve alınacak önlemler, maden yasasının eksiklikleri ve son düzenlemeler ile ilgili görüşler, Trakya’nın nazım planı sorunları, Trakya madenciliğine küresel krizin etkileri ve madencilik teşvikleri gibi ana başlıklar altında konuşmalar gerçekleştirildi. Toplantı, verilen akşam yemeğinin ardından sona erdi.

KAYNAK:TRAKYA GAZETESİ

TEKİRDAĞ BELEDİYE BAŞKANI FRANSADAN DÖNDÜ


Tekirdağ Belediye Başkanı Op. Dr. Adem Dalgıç, bir dizi temas ve incelemelerde bulunmak üzere gittiği Fransa'dan döndü. Fransa'nın Rouen Kenti ile kardeş şehir olma yolunda ön çalışmaları başlattıklarını söyleyen Başkan Dalgıç, "Bu anlamda son derece yararlı görüşmelerde bulundum. Rouen kentinde yapılan belediyecilik çalışmaları ile ilgili detaylı araştırma ve inceleme imkanı buldum. Kardeş şehir olma adına ön çalışmaları başlattık. Bu anlamda son derece yararlı bir çalışma oldu" dedi. Toplantılarda ayrıca Rouen Üniversitesi ile Namık Kemal Üniversitesi arasında karşılıklı işbirliği konusunda protokol imzalandı.

ANA VATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANINDAN TEKİRDAĞ VALİSİNİ ZİYARET


Çeşitli temaslarda bulunmak üzereTekirdağ ilinde bulunan Anavatan Partisi Genel Başkanı Salih UZUN ve beraberindeki heyet Tekirdağ valisi Zübeyir KEMELEK e nezaket ziyaretinde bulundu.

SAKARYALI ÖĞRENCİLER TEKİRDAĞ VALİSİNİ ZİYARET ETTİLER


Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Gönül Köprüsü Projesi kapsamında Sakaryadan Tekirdağ iline gelen öğrenci ve öğretmenleri temsilen bir grup Vali Zübeyir KEMELEK i makamında ziyaret etti.
Ziyarete gelen öğrenci ve öğretmenlere Tekirdağ valisi tarafından Tekirdağ logolu şapka, kupa ve anahtarlık hediye edildi.
08 Temmuz 2009 Çarşamba ününe kadar İlde bulunacak olan 120 öğrenci ve 9 öğretmen program kapsamında İl merkez ve ilçelerinde bulunan tarihi ve kültürel mekanları ziyaret edecekler. Grup ayrıca, Zübeyde Hanım Kız Meslek Lİsesi Müdürlüğü bahçesinde oluşturulan Gönül Köprüsü Projesi Hatıra Ormanına da fidan dikecekler.

Trakya Sularındaki Kirlenme

Cangir, Trakya'da 1,9 milyon hektar tarım alanı olduğunu, bölgedeki potansiyel tarım topraklarının özenle korunup işlenmesi gerektiğini söyledi
Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Başkanı Prof. Dr. Cemil Cangir, ''Tekirdağ alanına giren yüzey suları, özellikle boya sanayi ve diğer tekstil sanayi nedeniyle en kötü nitelikte olan 4. sınıf kalitedeki su konumuna gelmiştir'' dedi. Cangir, Trakya'da 1,9 milyon hektar tarım alanı olduğunu, bölgedeki potansiyel tarım topraklarının özenle korunup işlenmesi gerektiğini söyledi. Trakya'daki tarım topraklarının 1 milyon 550 bin hektarlık alanının, Türkiye ortalamasının üzerinde verim getirdiğini ifade eden Cangir, bunun da bölgenin yüzde 82'lere varan toprak yapısını teşkil ettiğini belirtti. Tarım arazilerinin sulanabilir nitelikte olduğunu, ancak yer altı sularının dengeli kullanılmaması yüzünden bu imkandan yararlanmanın mümkün olmadığını ifade eden Cangir, yer üstü sularının da sanayi atıkları yüzünden kirlendiğini, tarım arazilerinin sulama yapılamayacak nitelikte olduğunu bildirdi.
Cangir, ''Tekirdağ alanına giren yüzey suları, özellikle boya sanayi ve diğer tekstil sanayi nedeniyle en kötü nitelikte olan 4. sınıf kalitedeki su konumuna gelmiştir'' diye konuştu. Bu suların tarımda kullanılmasının insan sağlığı üzerinde ciddi tehlikeler yaratacağına işaret eden Cangir, şöyle devam etti: ''Bu kirli sulara bulaşmış organik ve inorganik ağır metallerle birlikte gelen elementler var. Bu elementler toprağa ulaştıktan sonra azot gübresi gibi uzaklaşmak yerine tutunurlar. Toprakta yetişen her ürün insana ulaşır. Davranış bozukluklukları ve el titremesi gibi komplikasyonlara yol açan ağır metal bulaşmalarının insanlara korkunç yan etkileri vardır, ancak tüm bunlar topluma yansımamaktadır.'' Cangir, İstanbul'daki boya ve tekstil sanayinin Çerkezköy ve çevresine taşınmasının ardından Trakya'daki tarım arazilerinin kaybedilmesi sürecinin başladığını, bu sürecin geri dönüşünün de olmadığını ifade etti. Sanayileşmeyle birlikte Trakya'nın yüzey sularını kaybettiğine değinen Cangir, yeraltı sularının da yine sanayide kullanıldığını vurguladı. Cangir, ''Gözlemlerimize göre sanayi kendi gereksinimi olan kuyuları açmakla kalmıyor, buraları tükettikten sonra almış olduğu ruhsat ile açtığı kuyu sayısını artırıyor. Körelen kuyulara ise kendi atıklarını pompa ediyor. Bu, yer altı su sistemini drenaj sistemiyle yer üstü su sistemi gibi yok etmesi anlamına geliyor'' diye konuştu. Cemil Cangir, Trakya'nın su potansiyelinin yetersiz olduğunu, suyun ileride tamamen tükenebileceğini öne sürdü. -TRAKAB PLANI- Prof. Dr. Cangir, Trakya'nın çevre düzenini içeren Trakya Kalkınma Birliği (TRAKAB) Planının Trakya Üniversitesi tarafından hazırlandığını, 1/100 binlik planın Temmuz 2004'te Çevre ve Orman Bakanlığınca onaylandığını kaydetti. TRAKAB çerçevesinde ayrıca bir firmaya 1/25 bin ölçekli plan hazırlandığını anlatan Cangir, şöyle konuştu: ''Onların yapmış olduğu haritalar, dünyanın hiç bir yerinde hiç bir sistemine girmeyen ve bilimsel verilere dayanmayan, masa başında hazırlanmış, bu konuda ileri gitmiş tarım kalkınmasını ve reformlarını tamamlamış ülkelerin ellerindeki toprak haritaları ile örtüşmeyen nitelikte haritalar. Bu haritalar toplum kalkınmasının hedeflerine ulaşamaz. Bizim hedeflerimiz biyolojik tarımdır, tarım topraklarının yanlış arazi kullanımı türlerinden uzaklaştırılmasıdır.'' Cangir, çevre düzeni planlamasının üç temel kuralı olduğunu belirterek, şöyle devam etti: ''Eko sisteme uygun sistemleri kurmak zorundasınız. O havzada onun dışına çıktığınız zaman eko zincir kopar. Şu anda Trakya'da yaşanan olay budur. Tekirdağ'ın yöneticileri zora sokmasının nedeni, kentteki eko sisteme uygun bir düzenleme ve düzenek kurulamamasıdır. Aynı zamanda estetik olacaksınız ve yapmış olduğunuz planlar doğa ile uyumlu olacak, kuramsal olacak, uymadığınız takdirde doğayı mahvediyorsunuz demektir, toprak ve arazi bozulumunu çağırıyorsunuz demektir, toprağın fiziksel, kimyasal biyolojik niteliklerini geçmiş olduğu verimlilik düzeyini bozarak aşağıya çekiyorsunuz, ileriye taşıyamıyorsunuz, şu anda da topraklarımız böyle kritik bir noktada.''
KAYNAK:www.habercorlu.com

Hibe baldan tatlı


Çorlu belediye başkanı Ünal Baysana, Tekirdağ Çorlu arası yolcu taşımacılığı yapan elbirlik minibüs kooperatifi tarafından yaklaşık 60 bin tl değerinde makam aracı hibe edildi
Çorlu Belediyesinin Temmuz ayı meclis toplantısı gündeminde olan Belediye Başkanına makam aracı hibe edilmesine yönelik karar meclisten oy birliği ile geçti. Yapılan toplantının gündem maddelerinden biri olan ve Elbirlik Minibüs İşletmeleri tarafından belediye başkanlığı makamına makam aracı olarak hibe edilmesi düşünülen Volkswagen Passat marka araç meclis salonunda gülüşmelere neden oldu. Çorlu Belediye Başkanı Ünal Baysan'ın "12 yıldır bu aracı kullanıyorum" şeklindeki sözü meclis salonunu dolduran meclis üyeleri arasında gülüşmelere neden olurken aracın hibe edilmesi konusunda ki gündem maddesi oy birliği ile kabul edildi. Önceki dönemde belediye başkanı makam aracını taşeron firmasından kiralayarak sağlıyordu.

KAYNAK:www.habercorlu.com

MURAT SEVGİ KÖŞE YAZISI




GLOBUS – 2: BÜYÜK SAVAŞ
Yeni Dünya Düzenine Doğru



Yirminci yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan, insanlığın daha önce hiç görmediği yeni dünya düzeni, eski dünya düzeninde ayrılma, sıyrılma ve kurtulma girişimlerine başladı.

Bu kopma isteğinin ortaya koyduğu direnç ve değişimin fırsatçılarının kıpırdanmaları sonucunda biriken enerji yaklaşıl yirmibeş yıldır içinde olduğumuz büyük ve uzun soluklu bir krizin yaşanmasına sebep oldu.

Krizler, 7-7.5 yıllık bir periyodu olan, giderek tepe yüksekliği[1] artan bir dalgalar silsilesi şeklindedir. Bu finansal rezonansa[2] hakim olabilmek, ne Türkiye gibi küçük bütçeli oyuncuların, ne de ABD ve AB gibi global erk iddiasındaki oyuncuların elinde değildir.

Finansal kitlenin çok büyük ölçeklerde bir araya gelmesi bu gücü elinde bulunduranın isteği dışında davranışlar gösterebileceği gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mikro iktisat ve makro iktisat teorilerinin yanına, çok büyük finansal kitleleri disipline eden, ‘Mega iktisat’ teorisini eklemek artık kaçınılmaz bir mecburiyettir.

Mega iktisat, finansal varlığın, çok yüksek değerlere ulaşması durumunda; kişilere bağlı olmaksızın paranın kendi matematiği içerisinde eylemleri olabileceğini yakın bir gelecekte tanımlayacak. Finans kültürü üzerinde büyük değişiklikler oluşturacak yeni iktisat anlayışı geleceğin finansal yapısının nihâi modeli değil. Sadece, klasik iktisadın terk edilmesi için ortaya koyulacak bir geçiş dönemi modelidir. Bu değişimin öngörüsünü; “E-’Den M-’Ye: Hayatın Elektronik Ortama Taşınması ve Sürecin Toplumlara getireceği Yenilikler” [3] başlıklı yazımda öngörmüştüm. Yeni süreçte artık yeri olmayacağından dolayı, klasik iktisadın yöntemleri devre dışı bırakılacaktır. Bu devre dışı bırakma işlemi:

“Bu sürecin hayatımızda yerini alması, birinin ‘Ben şunu-bunu kaldırıyorum.’ şeklinde hüküm vermesi ile olmayacak. Böyle bir tasfiye işini yapacak, tasarımcı-taslakçı sistemin hiçbir aşamasında yok. Çünkü mevcudun hantal ve işlevsiz organları yerlerine geçen dinamik yapıların gölgesinde ilgi ve işlev yoksunluğunun verdiği kansızlıkla kuruyup yok olacak.” [4]

Krizin, tekrarlayan bir periyodu bulunmaktadır. Yani sabit zaman aralıkları içerisinde tekrarlanmaktadır. Şiddeti her seferinde artmaktadır. Hem etkileri, hem de etki alanı büyümektedir. Ekonomik etkilerinin yanında sosyal ve kültürel açılardan da incelenmesi gereken sonuçlar oluşacaktır.

Bütün bu kronik durumun sonucu olarak etki altındaki ülkeler, piyasalar ve topluluklar her seferinde daha büyük zararlar ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Bu artışın ivmesinin giderek büyümekte olduğunu, 2015-2016 gibi görünecek dördüncü dalganın bugünkü ölçeğin[5] en az üç katı olacağını görmek, hiç de zor değildir.

Krizin temel sebebi; globalleşme ile birlikte bütün dünya ekonomisinin tek bir kazanın içinde kaynamaya başlamış olmasıdır. Bu tek kazan, bilgi teknoloji ile şeffaflaşan finans dünyasının ve para hareketlerinin takip edilebilir olması gerçeğinin bir sonucudur.

'Finansal rezonans' diye tanımladığım, ve son 25 yılda ilk üç atımını yaşadığımız olay; kapalı ekonomilerin ortadan kalkması ile birlikte aynı kazanın içine dökülen ekonomik güçlerin kontrolsüz bir şekilde ülkeden ülkeye akması ile yaşanan dev para denizinin kendi kendine dönmeye başlamış olmasının ekonomi çevrelerinde yarattığı travmadır.

Bu travmanın, giderek büyümesinin birinci adımında Rusya’nın, ikinci adımında da Çin’in enfekte edilmiş olmasının etkisi büyüktür. Yaşanan enfeksiyon kapalı ekonomileri çevreleyen duvarların kaldırılması ve aynı kazana dahil edilmesidir. Kontrolsüz serbestlik şansını yakalayan para büyüdükçe kriz de büyüyerek devam edecektir. Bugün içinde olduğumuz üçüncü dalga, 2015’e kadar geçecek süreci içine almaktadır. Etkisini yitirmeye başladığında piyasalar tekrar düzene girip toparlanma ve canlanma şansına kavuşacaktır. Bu toparlanma ve canlanma sürecini görüp hareketin büyüsüne kapılan girişimciler kendilerine yeni keşif bölgeleri bulacaktır. Bu keşif bölgelerinin en başında Hindistan bulunmaktadır. 1990’ların sonunda (ikinci dalgada) keşfedilen Çin’in yerini alacak olan, Hindistan (üçüncü dalga) enfekte edilecektir.

Böylece serbest piyasa ile tanışmamış hiçbir pazar kalmayana kadar dalgalar halinde yayılan sistem tüm dünyayı etkisi altına almış olacaktır.

"Çinliler Geliyor – 1"[6] başlıklı yazımda Çin'de yaşanan kapitalist evrimin[7] ülke yönetimi tarafından ne derece stratejik(!) yönetildiğini ve idarenin kendi halkını nasıl bir çıkmaza soktuğunu anlatmaya çalışmıştım.

Para, kontrol altında tutulmayı sevmez. Özgür hareket edebilmeyi tercih eder. Serbestliğin olduğu ortamlara doğru yönlenir. Modernizmin bir gereği olarak devletler bilgi teknolojilerine eğilimlidir. Fakat, devletlerin vatandaşları ile ilgili işlemleri elektronik ortama geçirmesi yoğunlaştıkça parayı ellerinden kaçırmaları yoğunlaşır. Sonuçta ütopik bir azınlık kısıtlı imkanları ile devletin kucağında mutlu-mesut yaşar. Geri kalan özgürlükçü ruha sahip çoğunluk, sürüden kaçan kuzular gibi kurtların kucağına düşer. Ama yinede sürüde kalmazlar. Buna; bir çeşit ölümüne özgürlük ideolojisi de denilebilir.

Burada öne çıkan; global piyasa, yada serbest piyasa havuzu gibi tanımlamalar ile belirtilen benim; ‘kazan’ dediğim ortamın kurallarının oluşturulamamış olmasıdır.

Ülkemizde hukuksal boşluk tabiri ile sıkça karşılaşsak da, dünya, hele bir de bu günkü global haliyle; kuralsızlık çıkmazının içerisinde kalmayı sindirebilmiş değildir.

ABD’nin ticari ve hukuki altyapısı bugün ortaya çıkan ‘GLOBUS’[8] adlı dev ülkenin ekonomi ve ticaret sistemlerini düzenlemeye kâfi gelmemiştir. Ortada kuralsızlık ve düzen dışı olmanın verdiği büyük bir serbestlik, kontrolsüz serbestlik oluşmuştur.

İşte bu GLOBUS devletinin ABD eyaletinde baş gösteren krizin birinci sebebi ABD’nin artık GLOBUS’dan yeterli parasal payını alamadığını fark etmiş olmasıdır. Bu pay azalması, yine kendi yönetimsel doktrinlerinin gereği olarak, Rusya, Çin ve diğer ülkelere ihraç etmeye çalıştığı kapitalist öğretinin serbest piyasa modelindeki uygulamasının yan etkileridir.

İlk dalga, Moskova’da kola satmak uğruna Gorbaçov’un razı edilmesi ve prestroiyka sayesinde üçyüzmilyon Rus’un prangalarını kırması ile başlamıştır. Eski Doğu Bloğu ülkelerindeki ucuz iş gücü ve kaynakları yeterince sömürebilen bir zemin oluşturulamamış. Piyasanın istediği ucuzluk yeterince sağlanamamış olsa da ortaya çıkan başıboşluk ve serbestlik, paranın özgürlüğünü kazanmasına yetmiştir.

Sözünü ettiğimiz kontrolsüz para, günümüzde Rusya ve dağılma sonrası oluşan diğer devletlerde kendisine uygun dev yapılaşmalara imkan sağlamıştır. Bunları; holdingler, para baronları, yeni uluslarası karteller ve başta Rus mafyası olmak üzere diğer ekonomik teşekküller olarak görmekteyiz.

Paranın kontrolsüz serbestliği dönemi yavaş-yavaş azalmaya başlayınca devreye spekülatörler[9] girmiştir. “Batı sivil güçleri ve akıttığı para ile Avrasya’yı yeniden şekillendirmeye çalışırken Kremlin bu yolun her adımında bir kez daha Beyaz Sarayla karşı karşıya geliyor.”[10] Bu şartlar altında mücadele sürerken, pazardan sağılabilecek[11] maksimum para elde edilmeye çalışılmıştır.

Artık bu yeni pazarlar cazibesini kaybettiğinde sıcak para, kendine daha serbest ve kontrolden uzak mekanlar aramaya koyulmuştur.

İkinci dalga, Çin yönetiminin üretime yönelmeye ikna edilmesi ve ülkenin fabrikalarla donatılması girişimleri ile başlamıştır. Çin yönetimi, işin ilk anlarından itibaren yatırım bölgeleri ve işletmelerin altyapı, ham madde, işgücü ve lojistik ihtiyaçlarını değerlendirme yoluna gitmiştir. İçeride kontrolü ele geçiremeyeceğini anlayan finans çevreleri, ticaretin kendi üzerlerinden geçmesini sağlayabilmek için büyük kapasiteli üretimi çok düşük ücretlerle arz ettirerek Çin yönetimine baskı kurmaya çalışmışlardır.

Ama yapmak istedikleri baskı karşısında Çin yönetiminin kendi halklarını sömürmeyi planlayabileceğini hesaba katmamışlardır.

Çin, birçok sektörde dünya pazarından önemli paylar almayı başarmış, hatta batının stratejik olarak gördüğü, yükte hafif pahada ağır sektörleri de topraklarına taşımıştır.

Elektronik sektörünün yarı iletken piyasası, önce ABD topraklarında sonra da kendi vatanlarında Çin’in eline geçmiştir. Bu örnekte verdiğim doğru stratejiler yanında kendi halkı üzerinde muhtemel sömürgenlerin planlarından bile daha acımasız operasyonlara girişmiştir.

Çin’in bedava çalıştırdığı 21 inci yüzyıl kölelerinden yararlanarak; bir dolara gömlek, üç dolara ayakkabı, on dolara cep telefonu yapması ile (Burada Güneydoğu Asya otomotiv sektörünü de anmak gerekir)

Üçüncü kriz, ucuz, sahte ve kalitesiz ürünlerin, batı pazarlarında hakimiyetinin oluşması ve bu hakimiyetin alternatiflerin (Yani orijinal yada pazarın ilk sahibi batılı markaların) satışlarının düşmesi ile... kendini göstermiştir.

Yıllardan beri sabit seyir içerisinde üretim, satış ve kâr üçgenini bozmayan ‘Batılı marka ve mallar’ pazar kaybettikçe yatırımcıları sektör değiştirme eğilimine girdiler.

Birçok pazarda, çok sayıda yatırımcı, aynı zaman diliminde, yıllardır stabil şekilde işleyen sektörlerini terk edip, likitleşme eğilimi; mevcut varlıkların ederinin çok altında değerlere dönüşmesine sebep oldu.


Borsaların, yatırımcılara verdiği kağıtlar bir anda eridi.

İşte panik burada başladı!

*
* *

Herkes; “Yaşanan sarsıntının iki yıl içerisinde giderileceğini, tekrar düzenin sağlanacağını, eskisi gibi ekonomilerin normal seyrine devam edeceğini…” söylüyor. Bunu, travmanın ortaya koyduğu şok halinin, politik kaygıların, gelecek vizyonundaki kurgu yetersizliğinin yada idrak yeteneğinin körelmesinin söylettirdiği kesindir.


KONTROLSÜZ SERBESTLİK

Kontrolsüz serbestlik peşinde koşan yatırımcılar, bilgi teknolojilerinin işlemeye başlaması ile birlikte şeffaflaşan piyasalardan kaçmaktalar. Fakat, bilgi teknolojileri sanıldığı gibi şeffaflık da sağlayan sistemler değil. Tabii bu sadece bugün için geçerli. İdealde ortaya çıkacak bir bilgi teknolojileri modelinde “mutlak kontrol” mümkündür. Bunun yapılamamasının tek sebebi, yeni geliştirilen sistemlerin, eski sistemler ile entegre olma zorunluluğudur.

Bu şeffaf ortamda vergilerden kaçan para asıl sahiplerinin cebine giremedi. Dışarıdaki kontrolsüz serbestlik ortamında elde edilen büyük paralar sistem içerisine sokulamadı.


SONUÇ

Onca olup bitenden ve büyük resim hakkında bir şeylere bakınca, gelecekte olası bir sonuç çıkarmak zor gibi görünebilir.

Ama Rusya örneğinin bugününü gören bir göz, Çin için benzer bir geleceği tahmin etmekte zorlanmadan öngörebilir.

Asıl kriz, düne kadar, çoğu köyünden başka bir yer bilmeyen iki milyara yakın Çinli 2015 yılında gelindiğinde, ayda 100 dolara yaşamaya razı olmayıp, fiyatını 200 dolara çıkarınca yaşanacaktır.

Daha dehşet verici olan yanı; 90 sonrasında Rusya ve diğer Eski Doğu Bloğu ülkelerinden yaşanan göçün benzerinin olma ihtimalidir.

Çin’de yaşanacak rejim boşluğu ihtimali sonrasında serbest kalacak iki milyar Çin’liden büyük kentlerde olan 700 milyonu bile göç etme eğiliminde olursa varın siz düşünün.

Son bir not olarak, Çin’de yaşayan, sayıları Türkiye’ye yakın, soydaşlarımızdan da söz etmeden olmaz. 70 yıldır Çin yönetiminin baskı ve asimilasyonuna maruz kalan, Doğu Türkistanlılar ve Uygur Türkleri sizce nereye giderler? (Ben bu hikayeyi bir yerlerden hatırlıyorum. Özal rolüne soyunan politikacılar için bulunmaz fırsat!)

Hep sevgi ile kalın.

[1] Tepe yüksekliği : Bir dalganın şiddetini gösteren en önemli iki kriterden biridir. (Diğeri de dalganın üzerinden geçtiği yüzeydeki derinliktir.)

[2] Finansal rezonans : Piyasa nesnesinin istemsiz olarak ortaya koyduğu bir titreme nöbetidir. Herhangi bir erk'in güdümünde olmamakla birlikte gurup davranışı olarak piyasa bütününün ortaya koyduğu otonom davranışlardan biridir.

[3] Murat SEVGİ, “E-’Den M-’Ye: Hayatın Elektronik Ortama Taşınması ve Sürecin Toplumlara getireceği Yenilikler”, 12 Aralık 2006
[4] A.g.y.

[5] : Bugün yaşanan kriz dünya ekonomileri üzerinde üç buçuk trilyon dolar civarında bir tahribat yapacaktır. (Bu sayıyı; AB, ABD ve Japonya gibi devlerin kurtarma paketleri toplamına %50 ekleyerek buldum.)
Ayrıca dünya ticaretinin, 2015 yılına gelindiğinde daha büyümüş olacağını da büyümüş olacağını da göz ardı etmemek gerekir.
Yani bunları üst üste koyarsak dördüncü dalga için tahmin ettiğim tahribat; on trilyon doların çok üzerinde olacaktır.
[6]Murat SEVGİ, "Çinliler Geliyor – 1", 13 Mart 2008

[7] Kapitalist evrim : Buna toplumun devşirilmesi, çürüme yada modernleşme de diyebilirsiniz. Ama kesin olan şudur: Geri dönülemez nokta geçildikten sonra -bütün politikacıların kafasını kesseniz de- geri dönülemez!

[8] GLOBUS : Ekonomik sistemi tüm dünyanın katıldığı serbest piyasa ile oluşturan tek dünya devleti.

[9] Spekülatör : Bu para sihirbazları gittikleri ülkeleri en iyi şekilde kontrol edebilmek için hem ülke yönetimlerine, hem de finansal oyunculara nüfuz etmeye çalışmışlardır.

[10] Mark MacKINNON, “The New Cold War: Revolations, Rigged Elections And Pipeline Politics in the Former Soviet Union”, Kanada, 2006 (Türkçe’si: “Renkli Devrimlerin sırrı: YENİ SOĞUK SAVAŞ”, Çev: Emel LAŞKE), Destek Yayınları, İstanbul Mart 2008, (LibX:12279)

[11] Sağılabilecek : Yanlış yazmadım! “sağlayabilecek” demek istemedim. Gerçekten “sağmak” dedim. Çünkü -resmen- ülkeyi inek gibi sağma eylemi ortaya koyulmakta!

Murat SEVGİ
Mental® Teknoloji
mental@um.turkcell.com.trmurat.sevgi@hotmail.com

MURAT SEVGİ KÖŞE YAZISI




GLOBUS - 1
Küresel Kriz Hikayesi...





Müşteriler tarafından kullanılan ev kredilerinin ödenememesi sonucunda, bankalarda yaşanan büyük zararlar ve ardından gelen iflaslar ile başlamış gibi görünen bir kriz ile karşı karşıyayız. Görünen semptomları 2008’in ikinci yarısında yoğunlaşsa da 2007’nin son çeyreğine kadar giden işaretlerden söz edilmektedir. İçinde bulunduğumuz kriz, finansal yapısı sebebi ile; Asya krizi ve daha önceki Rusya krizinden farklı bir şekil oluştursa da aslında aynı -büyük- hareketin, gittikçe büyüyen dalgalarından biridir. Tüm politikacılar ve ekonomistler; krizin etkilerinin iki yıl içerisinde giderile(bile)ceğini ve 2010 ortalarında başlayarak tekrar düzenli bir ekonomik sistemin yürüye(bile)ceğini beyan ediyorlar...

Lâkin durum bağımsız bir kriz dalgasının vuruşu değildir.

Bugün yaşananlar, büyük felaketin -yaşanan- son dalgasının yarattığı yıkımın etkilerinden kurtulmak yada korunmak üzere geçici politikalar icat etmeye çabalarından başka bir şey değildir. Bugün, büyük savaşın son dalgasının tepe noktasına doğru ilerleyen bir yerlerdeyiz.

Önümüzde, para kısıtlılığının ve belirsizliğin etkisi ile artan durgunluğun etkilerini yok etme politikalarının kuşattığı bir süreç bizleri bekliyor. Kuru kuruya; “tüketimi tavsiye eden” politikalar, yerini tüketime yönlendiren teşvikçi politikalara bırakacak. Tüketmek, hem para hareketi oluşturmayı, hem de krizin yükünü paylaşmayı amaçlayan bir etkiye sahip.

Bununla birlikte doğal bir eğilim olarak; tutumluluk, bu görüşün tam zıttı fikirleri çağrıştırıyor. Ve tarafsız bir akıl, kararını her durumda tutumluluktan yana verir. Ama, karmaşık ekonomik sistemlerin, basit ticari kurallarda olduğu gibi, düz mantıkla üretilmiş davranışlar sergilemesi de beklenmemeli.

Binlerce yıldır, süregelen silahlı savaşların en büyük sebebi olan ekonomi, artık kendi başına bir muharebe metodu olarak güç mücadelesindeki yerini aldı. Bu savaşın asker sınıfı üretenler. Yani, çiftçiler, sanatkarlar ve işçiler. ‘Üreten’ olgusu, sanayi devrimi ile birlikte belirginleşen bir sınıfın tanımı ile birebir örtüşmekle birlikte, üreten kesimin toplumun tümüne homojen bir dağılım olması, sınıf tanımı içinde ele alınmasını engelliyor. Bu sebeple üretenleri, toplumun tümünün -hatta hayvanların ve makinelerin de- az yada çok benimsediği bir eğilim olarak görmek daha doğru olur. Bu şekli ile ‘üreten’ eğilimlerin kitlesine de ‘üretim toplumu’ diyebiliriz.

20. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte, yeniden tanımlanan başka bir eğilim de tüm insanların -hatta hayvanların ve makinelerin de- doğal üyesi olduğu bir toplum: Tüketim toplumu.

Üretkenler ve tüketkenler arasında yerimizi almış olmamız, ülkeler arasında yaşanan ekonomik savaşın askerleri olmak anlamını da taşıyor. Sonuçta bizler, yeni savaşın silahları; cüzdanlar yeni savaşın şarjörleri; para da yenisi savaşın mermileri.

Bunca yeni metaforun yanında, hayatta kalmak, ölüm ve mücadele değişmeyen olgular olarak insanlığın son savaşında yerleri koruyor.

Krizler, büyük savaşın planlı hücumlarından başka bir şey değil. İster kontrollü, ister kendiliğinden başlamış ve gelişmiş olsun tüm savaşlar gibi gücünü insanların hırslarından alan parasal muharebeler, saldıran ve savunan tarafların varlığı ve stratejileri göz önüne alındığında, yaşananlar tam bir savaş.


DALGA YAPISI

‘Büyük Savaş’ın ekonomik anlamdaki ilk çatışmaları sanayi devrimi ile birlikte gözlemliyoruz. Özellikle endüstriyel üretimin artması ve insan eli ile üretilmesi mümkün olmayan boyutlarda üretimlerin gerçekleştirilmesi sayesinde önemli bir boyut kazandı. Avrupa ve Amerika’da yaşanan makineleşme yarışı tümüyle bir savaşçı psikolojisi ile gelişti. Zaten top ve tüfekle yapılan savaşların da asıl hizmeti ekonomik savaşın galibiyetini güçlendirmektir. 2. Dünya savaşı ile birlikte kanlı yöntemler terk etmiş gibi göründe de son 60 yılın tarihindeki kan, her iki dünya savaşındaki kanın kat ve kat üstünde olmuştur.

Büyük savaşın yapısını daha net görebilmek için son üç dalganın, karmaşık gibi görünen resim içerisinden izole edilerek göz önüne serilmesi, gelecek tahminlerinin doğruya en yakın sonuçlarla yapılabilmesini sağlayacaktır.

Bu amaçla, içinde bulunduğumuz dalga da dahil, son üç dalganın; oluşumunu öncesi ve sonrası ile ele almak faydalı olacaktır.


BİRİNCİ DALGA

80’li yıllarda Rusya’nın yaşadığı ağır ekonomik sıkıntılar, artık birliği oluşturan diğer devletleri ‘Sovyet’ çatısı altında tutabilmesini güçleştiriyordu. İsyanlar ve ayaklanmalar ile ortaya çıkacak kötü senaryoyu gören, Gorbaçov yönetimi, baskıcı ve sert yöntemleri bırakmayı seçti. Değişim ve yenilik sloganları arasında parçalanma yavaş-yavaş başladı. Uygulanan politika en az kan ile süreci sona erdirmekti. Kriz güçlü dalgası olanca gücüyle Sovyet Birliğine çarparken asıl amaç; toplumunu büyük bir Sovyet pazarı haline getirmekti. Ama yan etki olarak, Sovyetler dağılmış ve irili ufaklı onlarca devlet ortaya çıkmıştı. Asıl amacın sonuçlarının oluşması oluşan yeni siyasi durum yüzünden biraz gecikmeye uğradı. Çünkü yeni devletler, kendilerini hiç planlamadıkları bir bağımsızlık hareketinin zaferi ile kucaklaşmış halde buldular. Her şey olup bittikten sonra Rusya, yaşananların farkına varma şansını yakaladı.

Bu yeni durum, Gorbaçov’un iktidarını da ortadan kaldırdı. Ama iş işten geçmiş, Glastnost ve Prestroyka derken birden kendilerini onlarca Türk Cumhuriyeti ile karşı karşıya bulmuşlardı.

Kriz dalgasının şiddeti Sovyetler Birliği’nin dağılması ile en güçlü noktasına ulaştı. İşte bu yıkılışın etkisi ile, sistemini Sovyetlere bağlı olarak oluşturmuş ülkeler de boşlukta kaldılar. Ama bu boşluk sadece ekonomik bir boşluk değildi. Sovyetler Birliği’nin, kontrolündeki ülkelere ihraç ettiği ideoloji ve sosyal model artık desteğini kaybetmişti.

İlk domino taşının ardından komşu devletler de eş zamanlı olarak sarsıntının etkilerine maruz kaldılar. Etkilenen ikincil ülkeler, yansıma olarak, daha çok siyasal ve toplumsal krizler yaşadı.

Sovyetlerden ayrılan ülkeler bağımsızlık sarhoşluğu içinde, olup bitenleri fark edemese de bu değişim doğu-batı sınırını oluşturan Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanya gibi uydu devletlerde büyük sosyal etkiler yaptı.

Yaşanacak travmayı -ve bunun etkisi ile etnik parçalanma ihtimalini- erken fark eden[1] Bulgaristan; toprakları içerisindeki Türk vatandaşlarını sindirmeye başladı. 1989 ve öncesinde yaşanan asimilasyon uygulamasının nedeni; etnik ayrışmanın filizlenmesini önleme politikasıdır. Sonuçta dönemin Türkiye hükümetinin de katkısı ile Bulgaristan üniter yapısını korumuştur.

Ama Yugoslavya’da, Bulgaristan örneğindeki düzeyde baskın bir hakim ulus bulunmaması, aksine çok parçalı etnik yapı böyle bir sindirmeyi -önceden- yapmaya mümkün kılmadı. Bunun yerine kendilerini hakim ulus yerine koyan Sırplar; önce Yugoslavya’nın sonrada -sözde Büyük- Sırbistan’ın sahipliğine soyundular. Sonuçta kan ve kin ile dolu bir süreç; ulus devletlerin ortaya çıkışı hazırladı. Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan ve Makedonya gibi ülkeler ile tanıştık. (Daha sonraki bir süreçte buna Kosova da eklendi.)

Romanya’da halk arasından öne çıkan yeni politikacılar, boşta kalan idarenin ellerine geçişini Çavuşesku ailesinin kanıyla kutladılar. Bu kan, hem halkın, geçmişe olan kinini eritti. Hem de yeni yönetim için sanki kazanılmış ilk zafer gibi tarihe yazıldı.

Soğuk savaş döneminde -jeopolitik olarak- aynı guruba girmekle birlikte Doğu Almanya için farklı bir kader çizilmişti. Yaşanan tüm parçalanma hikayelerinin arasında, ‘Alman farkı’ denilebilecek bir duruş ortaya koydular. İki Almanya birleşerek Avrupa’nın en büyük ulus devletini oluşturdu. Doğu Almanya para birimi Ostmark’ı terk etti. Yeni ülkede, 1990 yılından itibaren Federal Almanya’nın Deutschemark’ı kullanılmaya başlandı.

Bu sırada, Türkiye yönetim zafiyeti içerisinde kıvranıyordu. 5 Nisan 1994 de “Krizden çıkmak için Türkiye tarihinin en büyük kemer sıkma programı açıklandı.”[2] Birkaç haftalık kısa süreçte Türk parası, Dolar karşısında tarihinin en büyük değer kaybını yaşadı. 6 Nisan 1994 de “Hükümete beklenmedik şok. Hükümete güvenen Merkez Bankası faizi düşürünce devalüasyon oranı %24 e çıktı.”[3] Anı iktidar, gitmeden önce, tarihin en büyük kapitülasyonu olan Gümrük Birliği[4] hediyesini de kucağımıza bırakmayı başardı. Bu olaylar dizisi[5] iktidarın da -hayırlısıyla- sonu oldu.

Ama olan ülkemize oldu. Gümrük Birliği, demir bir fetiş aksesuarı gibi boynumuzdaki yerini aldı. Olup bitenlere sessiz kalmayıp, zamanında gerekli tepkileri gösteren, bu söylemleri sayesinde daha sonraki dönemlerde koltuğa kavuşan politik şahsiyetler; koltuğa oturma sırasında geçirdikleri transformasyonun yan etkisi olarak, mazoşist bir psikolojinin, ‘kabullenici’ tutumunu içselleştirmeyi strateji olarak benimsediler.


İKİNCİ DALGA

Yaşanan; 2 Dünya Savaşına, sonrasındaki hakimiyet dalaşına, teknolojideki devrimsel yeniliklere ve sosyal değişimlere rağmen yirminci yüzyılın tümünde dik durmayı başaran, en büyük ülke: Çin. Bu sessiz dev, sıradaki dalganın hedefine koyduğu yeni kurbanıydı. Binlerce yıllık tarihi, dünyanın diğer kısmı ile olan somut farklılıkları, binlerce yıllık inanç yapısı ile kapalı bir kutu.

Çok kalın bir kabuk ile korunuyor görüntüsü veren Çin’in içine nüfuz edilemediği için hemen dibindeki ülkeler etki altına alındı. Bunun sebebi; söz konusu devletlerin, Çin ile kültürel ve sosyal yakınlıklarının bulunduğu sanısı idi. (Batıdan bakıldığında benzer gibi görünen bu ülkeler, aslında birbirlerine hiç benzemezler. Üstelik benzeri batı ülkelerinde de görülen zıtlıklar barındırırlar. Ama batı, “hepsi çekik gözlü işte!” dercesine kısır bir algı yanılgısına kapılmıştı.)

Çin’in doğu cephesini kuşatmış olan; G.Kore, Japonya, Singapur ile nispeten daha az sanayileşmiş olan; Malezya, Endonezya ve Filipinler de bu krizden etkilendi. Ülkemizde de ürünleri ve markaları bilinen G.Kore ve Japonya krizin etkilerini çevrelerine de yansıttılar.

Asya’da yaşanan bunalım tüm şiddeti ile devam ederken, Çin’de bundan psikolojik olarak etkilendi. Hemen yanı-başında yaşanan hareketliliğe tepki göstermese de -dünyanın en eski devletlerinden biri olarak- dersler çıkarmaması beklenemezdi. Medeniyetini sadece son 180 yıla sığdıran bir Amerika için bunun pek bir anlamı olmaya bilir. (Huntington’a göre ise, modern Amerika sadece 120 (1889) yıldan beri var.[6])

Yinede Çin yönetimi o kalın kabuğu dışarıdan kırdırmaktansa kendi elleri ile kontrollü bir şekilde esnetmeyi tercih etti. (Buna benzer bir babayiğitliği bir önceki dalgada Gorbaçov da kendi sömürgesi olan ülkelerin bağımsızlaşması sürecinde yapmıştı.)

Sonuçta Çin, ABD’nin ticaret alanındaki bu düello teklifini kabul etmiş oldu. Çin, sanayileşme konusunda hiç de geri bir durumda değildi. Ama mevcut yapısını oluştururken, 1960’lardan itibaren tamamen stratejik alanlar seçilmişti. Tüketime yönelik sanayileşme o güne kadar düşünülmemişti.

Tüketim, hem ideolojik, hem de stratejik vizyonlarının dışında tutulan bir olguydu. Ama elindeki mevcut teknolojiler ve mühendislik batının standartlarına pek uymadığı için zorunlu olarak yeni sanayi yatırımlarına yöneldi. Karşılıklı ticaret anlaşmaları, gümrük muafiyetleri, pazar paylaşımlarındaki ufak tefek tavizler tüketime yönelik sanayileşmeyi Çin topraklarına yöneltmiş oldu.

Çin, kendisine yapılan bu yönelim sırasında en büyük üç kozunu etkin bir şekilde kullanmaktan da çekinmedi. Bunlar:

1- Kapalı toplum yapısı ve iletişim kısıtlılıkları.
2- Ülkenin sahip olduğu işgücü kaynağı potansiyeli.
3- Ülkenin tabii kaynakları yerel ürünleri.

İşte bu kaynaklar, bizzat Çin yönetimi eliyle sömürülecek, kendi sömürgenini yaratan bir ülke yönetimi ortaya çıkacaktı. Tüketim konusu, daha önce üzerinde durulmamış, kafa yorulmamış, ciddi bir konu olarak ele alınmamış bir olguydu. Zaten hem kültürel, hem de ekonomik bir gerçeklik olarak Çin için -o ana kadar- düşünülecek gündemlerden biri değildi.

Binlerce yıldır[7], dünyanın en büyük ülkesinde, bugün süper güç diye anılan bir devlette, sıradan bile olmayan, fakir, çaresiz, çetin şartlar altında, ellerindeki az imkanlara karşın dünyanın en baskıcı rejimlerine göğüs geren ve çeşitli ulusları barındıran bir halk. Sessiz bir yaşam sürdüren Çin halkı, geçen yüzyılın son demleri yaşanırken bir anda kalk borusunun tırmalayıcı çığlığını ilk defa duyan acemi askerler gibi yataklarından fırladı. Büyük kentlerde ve eğitilmiş-erişilmiş kitleler üzerinde başlayan tüketim odaklı sanayileşme, görülmemiş bir hızla ülkenin içlerine doğru yayılmaya başladı.

Tüketim toplumunun hastalığı, Çin topraklarına SARS ve Kuş Gribinden birkaç yıl önce girmeyi başarmış tarihin en büyük salgınını tetiklemişti. Yüzlerce yıldır değişime uğramadan, bozulmadan süregelen yaşam kültürü artık bir dönüm noktasına gelmiş olabilirdi. Tipik şehirli halkı bile, Marco Polo’dan beri tanıdığı, geniş suratlı, kilolu, küstah ve geveze batı insanını hiç bu kadar kalabalık bir şekilde görmemişti.

Gelenler, kendi ülkelerinde girişimci olarak adlandırılan tüccarlardı. Büyük bütçeli işler yapanından tutun da, 10-15 bin doları toparlayıp hayatında ilk defa ülkesini terk eden maceraperestlere kadar bin türlü insanın bini de eksiksiz, Şanghay ve Pekin sokaklarında oyana buyana koşturarak iş kovalamaya başlamıştı.

Bu girişimci kitlenin içinde Çin’i tercih eden, asıl amaçları; kontrolsüz serbestlik prensibine uygun ticareti amaçlayan bir azınlık, oluşan ticaret hacminin büyük bölümünü eline aldı. Bu tüccar azınlık kendi pazarlarına Çin ürünlerini taşıyan kayıt-dışı kanallar oluşturdular. Büyük çekim gücüne kapılıp kısıtlı varlıkları ile Çin’e gelen çoğunluk, sadece planlı profesyonellerin oluşturduğu azınlığı kamufle eden bir dolgudan öte gitme şansına sahip değildi.

Legal yada illegal olduğunu bir kenara bırakırsak, oluşan büyük talep patlaması Çin yönetiminin gerekli işbirliklerini doğru becerebilmesi sayesinde, kontrollü bir arz ile karşılanabilmektedir. Sonuç olarak; alan da satan da kendi rızasının sonuçlarına katlanmaktadır. Burada çarklar arasında ezilenlerin durumu ve gelecekleri planlanmış bir konu değildir. Hesabın dışında tutulan bu kitle Çin halkından başkası değildir. Sadece bugünü geçirme kaygısına alet edilen, ve sosyal yapısı geri dönülemez şekilde tahrip edilen halkı kimse umursamamaktadır.

Dünya nüfusunun beşte birinden fazlasına sahip olan Çin, bu büyük insan kalabalığını adeta besi işletmesi gibi yöneten bir idarenin elinde sonu karanlık, acı ve mutsuzluk dolu bir geleceğe doğru koşmaya başlamıştır.


ÜÇÜNCÜ DALGA

Batı standartları diye Avrupa ve Amerikan toplumunun yaşam kalitesi üzerine koyduğu üst düzey kriterler var. İşte bu kriterler, üretim maliyetlerine yansıdıkça, buralarda üretilen ürün ve hizmetler pahalılaştı. Üretim, özellikle de emeğe dayalı endüstriyel üretim, yaşam kalitesini gözetmeyen ‘kalitesiz’ ülkelere doğru kaydı. Bu süreç, 2. Dünya Savaşı sonrası, Batı kendi makyajını tazelerken başladı. O yıllarda, deri ve tekstil gibi sanayilerin Türkiye’ye gelmesi bu sürecin bir parçasıdır.

Çin, hem insanını ucuza kullanması, hem de gerekli insani şartları oluşturmamayı fark yaratmak için bir araca dönüştürdü. Bu sürecin uç noktası olan; fiyat-kalite dengesinde hem fiyattan, hem de kaliteden yana derin bir uçurum ortaya çıkmış oldu. Çok kalitesiz olmanın ötesinde sağlığı da tehdit eden ürünler, kontrolsüzlüğün ve standart dışılığın bir sonucu oldu. Bu uçurumu fark eden Batılı tüketicileri kandırmaya yönelik son numara; “Çin Malı” imajının yerine “Made in PRC” maskesini kullanarak tüketiciyi yanıltmaya giriştiler.

Uyuşturucu ve silah da dahil ticaretin her türlüsünü mubah sayan sözde girişimci-tüccar zihniyetine sahip birçok satıcı Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülkeye kalitesiz olmak bir yana zehirli, hastalık kaynağı ve ölüm kaynağı ürünleri satmayı sürdürmektedir.

Bu yaratıkların[8] karşısında kurbanların haklarını tazmin edebilecekleri bir muhatap da bulunmaması konunun acı yanlarını bir misli çoğaltmaktadır.

Her ne şekilde olursa olsun, 2. Dünya Savaşı sonrasında Önce Japonya, sonrasında G. Kore, Singapur, Tayvan ve Malezya’nın pazarı haline gelen Batı, aradığı ‘en ucuz’a bir şekilde ulaşmayı başardı.

Batı, tüketim virüsünün etkisinde, kendi kendini de yemeyi sürdürürken, son 60 yılda giderek belirginleşen bir şekilde, gerçek gelirinin çok üzerinde bir hayatı yaşamaya başladı. Şişirilmiş sayısal hareketler, mevcut gelirler ile finansa edilemez hale geldi. Batı ekonomik modelinin omurgası olan banka ve borsa sistemleri, bilgi teknolojilerinin gelişmesi ile şeffaflaştı. Kolaylık ve yenilik adı altında bilgi teknolojileri kullanımı her geçen gün parasal hareketleri daha sıkı takip etmeyi sağlar hale geldi.

Buna ek olarak parasal konulardaki yasal düzenlemeler ve kamunun ticari faaliyetler üzerindeki sıkı kontrolleri öngören mevzuatları, yatırımcıların ürküttü. Bilgi teknolojileri yayıldıkça, şeffaflığın getirdiği baskı, kontrolsüz serbestliğe aşık büyük finansal kitlenin o bölgelerden kaçışını da beraberinde gerçekleştirdi.

Parasal konularda yasal mevzuatın daha esnek olduğu İsviçre, Cayman adaları, Meksika ve Panama gibi finans merkezleri de şeffaflıktan etkilendiler.

Kara paranın kontrolü ile ilgili uluslarası sözleşme Cayman Adaları ve İsviçre gibi ülkelerin finansal geleceği için mecburi bir seçenek olarak önlerine koyuldu.

1993 yılında ABD, Kanada ve Meksika arasında imzalanan NAFTA (North American Free Trade Agreement) anlaşmanın kapsamının genişletilmesi Meksika’ya büyük imtiyaz sağladı. Panama küçük bir Amerikan birliği resmen işgal edilerek sisteme uyumlu hale getirildi.

Hem kontrol sistemlerine tâbi olmak, hem de vergilerin kapsama alanında olmak finansal kitleyi uzaklaştırıyor. Kontrolsüz serbestlik ilkesine tabi para, Çin ve Rusya gibi yeni faaliyet alanlarında yoğunlaşmasını sürdürüyor.

Rusya’da ve Türk Cumhuriyetlerinde dünün eşit insanlarının arasından özel seçilmiş bir azınlık, dolar milyarderi olarak karşımıza çıkıyor. 14-15 yılda elde edilen milyarların ne derece ‘kazanılmış’, ne derece ‘çalınmış’ yada ne derece ‘hak edilmiş’ olduğunu tartışmanın bile gereğinin olmadığı ortada.

Gün geçtikçe daha büyük miktarda para, ekonominin büyük merkezlerinden uzaklaşıyor. Bunun sonucu olarak: hem parasal boyutlarda daralma, hem de ticari hareketlerde azalma olmaktadır.

Batı toplumu üretimi terk ettikçe ticari faaliyetler (dolaylı gelirler), gelir kaynakları arasındaki payını yükseltiyor. Durgunluk durumlarında, para hareketleri de kısılınca borsalar ve ekonomisini borsalara bağlamış topluluklar da zarar görür.




[1] Bu bir‘fark etme’ mi yoksa Bulgar milliyetçiliğinin su yüzüne çıkardığı bir sonuç mu? Ayrı bir konu olarak tartışılabilir.

[2] Milliyet İnput Almanak, 2004, İstanbul, (LibX:11203) Sayfa 173.

[3] A.g.e., Sayfa 173.

[4] 6 Şubat 1995: Dışişleri Bakanları tarafından AB - Türkiye Gümrük birliği anlaşması karara bağlandı. Ortaklık Konseyi tarafından 6 Mart 1995 tarihinde kabul edildi.

[5] “Gümrük birliği” ve “5 nisan kararları” dışında, birçok icraatları ve uygulamaları ile de gülünç durumlara düşülmesine sebep oldular. Bu iktidarın, ortaklarının ikisinin de adlarının başında “Profesör Doktor” yazması, ayrı bir ironi olarak mizah tarihi açısından da önemli bir saptamadır.

[6] HUNTINGTON, Samuel P., “The Soldier and the State: The Theory and Politics of Civil-Military Relations”, Harvard Üniversitesi, 1956 (Türkçe’si: “Asker ve Devlet Sivil Asker İlişkilerinin Kuram ve Siyasası”, Çeviren: K Uğur KIZILASLAN), Salyangoz Yayınları, İstanbul, Nisan 2006, (LibX:12241)

[7] Binlerce yıl: Pek az ülkeye nasip olan bir ömür!

[8] Yaratık: Tüccarlık ile zerre alakası olmayan gudubet bir tür!

Murat SEVGİ
Mental® Teknoloji
mental@um.turkcell.com.trmurat.sevgi@hotmail.com








sağ üst köşede yer alan Önceki kayıtlar'a tıklayarak geçmiş haberlere ulaşabilirsiniz...